Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Kendi tekamülünü izlemek

Kendi tekamülünü izlemek

Eski bir zamandan ve mekandan, kulağında hala uğultusu kalmış olan bir sesi, açık seçik duyabilmişti o an, her nedense. Sanki o anda ve oracıkta söylenmiş gibi gerçek, taze ve canlıydı ses. Diyordu ki: “insan kendi tekamülünü izleyebilir”… Hayrolsun! Sabah sabah bu ses uyandırmıştı işte onu. Bilinç altının derinliği, bilmem kaç fersah ötelere uzanıyorduysa artık…

“İnsan kendi tekamülünü izleyebilir” Kim söylemişti bunu? Nerede ve hangi sebeple? Bilgece dillendirilmiş, biraz perdeli ve gizemli, ve bir muştunun sevinciyle dolu bir cümleydi bu. İnsanın tekamülü -olgunlaşması- hamlıktan, çiğlikten ve toyluktan sıyrılıp, kozasını yırtmış bir kelebek gibi uçabilmesi demek oluyordu, galiba.

Neyse. Yine kendi dünyasına has olan yaşam gailesine ve hayat mücadelesine dair yapacakları vardı, o gün. Ses’i, bir müddetliğine kafasının içindeki rafların birisine kaldırıp koydu; ulaşması kolay olan alt raflardan birine. En geç o günün akşamında, oraya elini atıp ve bulup tekrar ortaya çıkaracak ve dinleyecekti onu nasılsa. Şimdi üzerini giyinip hazırlanması gerekti.

Dışarıya çıktığında, gün içinde karşılaşacağı önceden belli olan kişiyle karşılaştı sonra. Buluşma ya da görüşme gibi özellikle ve randevulaşılarak yapılan bir şekilde değil ama o gün gidilen yerde onun da orada olmasının, hiç de şaşırılacak bir tesadüf olmaması gibi bir şekilde, yani. Okula giden öğrencinin, sınıfta öğretmenini görmesi gibi normal ve o kadar doğal bir halde, diyeyim.

Hiç uzun etmeden de konuya gireyim. O sıradan günü, fazla iddialı olmayacaksa ‘milat’ diye adlandıracağım bir yeniden doğuş, tazelik ve başlangıç haline çeviren, mini minnacık ayrıntıyı anlatayım artık. Hemen şimdi verdiğim öğretmen-öğrenci örneğindeki gibi, kendisinden benzer bir oranda, o anki konumu sebebiyle daha ‘üst’te olan kişi, gündelik ve küçük bir sebepten ötürü, biraz azar ve had bildirme kokan ani bir çıkışla tersledi onu bir anlığına, o gün. Çok da büyük bir mesele olmadığı aşikardı bunun ama yine de bu beklenmedik hararetlenme karşısında, bizimkinin tepkisi ne oldu dersiniz? Ha bir de, başkalarının yanında vuku bulmuştu bu paylanma ve olayın vahameti de katmerlenmişti aslında, böylece…

Çok değil ama birazcık daha eskiden yaşansaydı bu, muhakkak ki büyük bir kalp ve gurur kırılması yaşayacak, içi acıyacak, rencide olmuş hissedecek ve çekilip saklanacak -sinecek- bir köşe arayacaktı o anda kendisine, orada. Öyle yapardı. Naif, hassas ve kırılgandı o, çünkü. Öyle yaratılmıştı, ne yapsındı.

Oysa kendine şaşırdı o gün. Kendisini izlediğinde, gördüklerine açık kaldı ağzı, adeta. O küçük ve sevimsiz olayın, onu hiç ama hiç yaralamamış olduğunu gördüğünü an, çevresini sarıp sarmalayan kozanın, yırtılma sesini duyduğu andı. Küçük milat! Değil kalp kırıklığı, gönlünün hiçbir teli titrememişti bile! İçinde aynı sükûnet ve sessizlik vardı, adam onu hafifçe de olsa açıkça paylarken, o an.

Ee, nereye gitmişti o halde onun o naifliği ve hassaslığı, peki? Biraz kendine hayran ve çokça da hayret etmiş bir halde evine geri döndüğünde, uzun akşamlardan birisi hakim olmuştu gökyüzüne ve yeryüzüne çoktan, o kış gününde. İşe bakın, başkalarının yanında aldığı ağız payından bir kırgınlık ya da hüsran adına zerre kadar bir pay ve yara almamıştı, bizimki. Etkilenmemişti.

Eve girerken, eşikte ayağı sendeleyip düşeyazdığında, kafasının içindeki rafların birinden, daha yenice oralara bir yerlere iliştirildiği belli olan bir plak düştü ayağının dibine, sonra. Ne vardı o kaydın içinde, acaba? Eğilip yerden aldı onu, pikapa yerleştirdi ve dinledi. Aaa! Daha o sabah onu uykusundan uyandıran ses değil miydi o? “insan kendi tekamülünü izleyebilir” diye diye dönüp duruyordu ses, kime ait olduğu hala anlaşılamayan bir şekilde.

Elbette!... Daha önceden olsaydı, ‘çat!’ diye onu orta yerinden ikiye ayıracak ve kalbini ufalayıp parçalayacak olan bir şey, o gün o adamın onu aniden paylayışı, şimdi ruh dünyasında en küçük bir devinime dahi sebep olamıyorsa, tekamüldü bu; kendi evrimi, kişisel devrimi ve kemalatıydı. Güçlenmiş, zırhlanmış, pusatlanmıştı belli ki. İzlediği o hayretlik ve hayran kalınası manzaraya ev sahipliği yapan mekan da, tam olarak kendi benliğinin içindeydi. Tekamülünü izlemişti o gün, demek ki. Her an yeniden bozulup tekrar yapılanan, bir ileri bir geri diyerek bir yön tutmaya ve yörünge bulmaya çalışan kişisel tekamülü, o gün, tekrar geriye basmayacağı kesin olan, ileriye ve yukarıya doğru bir adım atmıştı, insanlığın olgunluk basamaklarında. Ufak bir milat, kalıcı bir adımdı, bu.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi