Kara sevda
Geçen gün radyoyu açtığımda duyduğum bir şarkı, az sonra okuyacaklarınızı yazmama sebep oldu. Gerçi, konu hakkında daha önceden uzun uzadıya düşünmüş ve çevremdekilere söylenmiştim de, zaten. O altyapıya eklenen bu son tuğla parçası -radyodaki şarkı- da, bu yazıyı tam olarak şekillendirip bina etti diyebiliriz bu yüzden, herhalde. Şimdi gelelim konumuza…
Bahsettiğim şarkının sözlerinde, belli ki terk eden ya da artık eskisi kadar sevmeyen, ya da, zaten hiçbir zaman istenildiği raddede sevmemiş olan bir sevgiliye, bu karşılıksızlığın sitemleriyle dolu veryansınlar ediliyor, hatta belki kara bir sevdanın bünyede yol açtığı gönül yaraları ve kalp kazalarıyla ilgili ahlar ve vahlar ediliyordu. Yer yer intizarlar, biraz da beddualar vardı, sözlerde. Neden bırakıp da gitmişti o sevdicek, ama neden, onsuz nefes bile alınmıyordu ki, onsuz yaşamak neye yarardı, hem, onsuz cennet bile istenmiyor, elin tersiyle tek bir hamlede geri çevrilip itiliyor ve onunla cehenneme gitmek bile ödülden ve sevinçten ibaret görülüyordu. Allah korusun! Önünde sonunda bir kul; aciz, cahil ve zavallı bir yaratık, yaratılmış olan milyarlarcasının içinden bir mahluk, ne kadar da göklere çıkartılıyor hatta göğü bile delip aşıyordu öyle, sözüm ona. Bak sen!
Aceleci bir refleksle radyoyu kapattım. İnsanın bu gafleti ve cehaleti, onu, eş koşmaya yani şirke götürüyordu, çünkü. O en büyük günaha düşen ve dinleyenini de elinden tutup o batağa sürükleyen sözlerin, çevremde asılı kalıp atmosferimi ve ruhumu zehirlemesine izin veremezdim.
Oysa mecazi olan, yani kadın ve erkek arasında yaşanan beşeri aşk, kuruyup kararmadan, aslında gerçek bir psikoz hali olan kara sevdaya dönüşmeden evvel, Mutlak Aşk’a, yani, Yaratıcı’ya doğru yöneltilmeliydi ki, ne ruhu şirke, ne de psikolojiyi buhrana sürüklesin. Zamanında yapılacak hayati bir manevra gerekliydi yani, “Leyla’dan geçip, Mevla’ya varma yollarında”(MFÖ-Buselik Makamına). Aksi halde, beşeri aşk olarak nitelenen o büyük potansiyel enerji, kanınızı emen bir vampire dönüşüp, orada öylece kalır ve o büyük fırsat, zıplama tahtasının üzerinde sizi harekete geçirip ‘yükseltemez’ ve gerçek amacına ulaşamaz. Öyledir çünkü, bir ölümlüyü öyle çok sevmek, ilahi olana götürecek olan bir imkan ve araçtır, nihayetinde. Vaktinde içinden inilmesi gereken bir binek gibi, tıpkı.
Bu arada, bir paragraflık da olsa şunu belirtmeden geçemem ki, aynı şarkı sözlerinin bir insan için değil de, Alemlerin Rabbi için yazılmış olduğunu düşünüp, bu hüsnü zanla onu dinlediğiniz zaman, harika bir ilahi müzik çıkıyor, karşınıza. E düşünsenize, Allah’a deniyor ki, sensiz cennet bile istemem, illa sen… Koca Yunus’un o dizelerini hatırlıyorsunuz sonra, “Bana Seni Gerek” diyen, falan… Neyse, bu antr parantezden sonra, tekrar dönelim şimdi esas konuya.
Ne diyorduk… Radyo… Bir anda kapanan müziğin verdiği sükûnetin ve selametin içinde düşündüm ki, insan, bu şirk günahına yalnızca bir karşı cins yüzünden düşmüyordu, ne yazık ki. Kendisi de etten ve kemikten yapılmış olan beşer, yine dokunup görebileceği bir şeyin arayışına düşüyordu, herhalde. Ruhun, kendi gibi soyut olan bir şeye meyletmesi kadar, bir yönüyle de topraktan yaratılmış olan beşerin, yine kendisi gibi bir maddenin peşine düşmesi riski vardı hep, galiba. Ne de olsa kendinden daha güçlü ve değerli olan bir şeyi ilah edinip onu aramak, istisnasız herkes için kaçınılmaz bir eylem ya da içgüdüydü, zaten. Dilimi ısırmalı mıyım bilmiyorum ama bu noktada da, ilah edinilen din büyükleri geliyor aklıma hep, ısrarla. Şeyhler ve evliyalar… Gerçi durun bir dakika, şimdi yazarken, hemen şu an aklıma geldi ki, yoksa, onlar da, beşeri aşk örneğindeki gibi, içinden vakitlice inilmesi gereken araçlar ve zıplama tahtaları olabilir mi ki? Bilemedim şimdi. Tabi, mimli ve tartışmalı bir konuya da göz kırpmayı göze alamayacağım. Bu yüzden bu bahsi uzatmıyorum şimdi.
Sonuçta, insan hep, dokunup görebileceği bir şeyleri ilah edinme peşinde, işte. Karşımıza en fazla çıkan haliyle de, bir karşı cinsi; Adem oğlunu ya da Havva kızını, tıpkı o şarkıdaki gibi yüceltip ululama hevesinde… Oysa, “Allah, kendisinden başka gerçek ilah olmayan, her zaman diri, ölümsüz, bütün varlıkların tek yöneteni ve gözeteni gerçek ilahtır.” (Al-i İmran, 2)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.