Kalem Kanatlanırken / Gizler, Sesler, Hikâyeler
2009 senesi benim için sürprizlerle doluydu. Biri de hiç şüphesiz, Mayıs ayındaki “kışkırtan hayat, başkaldıran edebiyat” başlığı altında; Nalan Barbarosoğlu, Feryal Tilmaç, Gönül Çolak ve Konyalı kadın yazarlar, edebiyatseverlerin iştirakiyle gerçekleşen TYB Konya Şubesi’ndeki programdı. Kadın Yazarların Anadolu Buluşması sonucunda oluşan izlenimler, renk ve çeşitlemeler “gizler, sesler, hikâyeler” adıyla, bir müddet önce Pen Kadın Yazarlar Komitesince kitaplaştırıldı.
“Hüsniye Terapiye Gidiyor” öyküsüyle katıldığım, “kadın yazarların anadolu buluşması / gizler, sesler, hikâyeler” kitabında; gene burada yer alan “Konya durağıyla” ilgili, aşağıda bir bölümünü okuyacağınız söyleşi, Sevgili Nalan Barbarosoğlu’nun sorularına benim verdiğim cevaplardan bazılarını teşkil ediyor. Teşekkürlerimi yinelerken; tüm eylemlerimizin güzel ve hayırlı sonuçlara ulaştırmasını, ülkem adına mükemmel bir edebiyatı diliyorum.
• Sizce bir yazarın yazma nedeni/nedenleri nedir?.. Ya da bir yazarı yazmak için ne/neler kışkırtır?.. Neden?
Pek çok sebep sayabilirim yazmak için… “Yazar Hüzeyme’yi” seviyorum en başta. Mutluluk, güç, tevazu, iktidar, gövde gösterisi, ıstırap, eleştirel ihtiyaç, yeni bir dünya için ilk taşı döşeme; harflerdeki i(sti)kbal istiklâl, yazmanın bir duygu karmaşasına, yoğunluğuna, fıtrata verdiği cevap kadar, bir zihin açılımına verdiği cevaz, imtiyaz…
Keşfetmek, fethetmek, büyük aile, nizam ve imtizaç. Murat almak, kurcalamak ve sarsmak… Kadınlık, erkeklik, insan(lık) ve türap… Kuyuya taş atmak, onuncu köy, yerden gökten deniz “yıldız”(ı) toplamak, güzeli aramak. İnşanın dolambaçları, dehlizlerinde; kelimelerin raksı ve söylenmedik cümlelerin tutkulu çağrısı. İçinizdeki şair, yazar ve münekkidin estetik ve tetikleyici şarkısı. İstiap haddini aşmak, sarılmak, yanmak ve ışıklanmak…Almışım kalemi elime, YAZ “Allah” yaz! …Harflerle güreş tutmak, kitaplarda oynamak… Yazmak; izli, içli, işli serap…
Hayatın merareti şiddeti, yaşamanın tadı(çalkantılar, kırılma dönemleri, karşıtlıklar, sosyal değişmeler, ferdî hayattaki iniş çıkış, karşılaşma temaslar, dönüşümler); içteki sanat özünün açığa çıkıp, boy atması ve kaderin yazısı için hoş bahanelerdir sadece…
Ve her kula nasip olmaz, edebiyat(ın)a gebe kalmak; bin türlü haz, niyaz…
• İçselleştirdiğimiz değerler edebi metne nasıl yansır?.. Öykü-roman kişilerinin değerleri yazarın değerleri midir?..
Yazarken; özendiğiniz, emek verdiğiniz, gerilim yaşadığınız bir metne samimiyetle kendimizden değerleri de katacağızdır.
Öykü-roman gibi kurmacaya dayanan metinlerde; değişik dünyaları, anti kahramanları, gerçek fikriyatınıza ters düşen tipleri, farklı hayatları da dile getirebilirsiniz.
Özel hayatını, kitaplarıyla faş etmiş yazarlar da vardır; anlatıcı sesiyle yazar sesi birbirine karışabilir. Son dönemlerde yazarın başına buyruk kahramanları, kişileri de çoğalmıştır. Ama eserlerinizde çıkan yekûnda, toplam etkide sizin düş gücü, bakış açısı, tavır ve seçiminiz, dünya görüşünüz yansıyacak, ipuçları verecektir.
Ne kadar mesafeli olursanız olun, şahsî alanınızı koruyun sonuçta ete kemiğe ve kelimelere bürüneceksinizdir. Konuşan yazardır; bir niyetiniz, derdiniz vardır, birikim ve süzgecinizden yazı çıkacaktır.
Ayrıca kendini tekrarlamamak şartıyla, sizi çeken saran konulara, karakterlere yönelmeniz, onları daha iyi kavrayıp aktarmanızı; daha az engelli bir yazıyı, en azından zihnî ve kalbî, sanat gücünü daha mükemmel aksettirmenizi sağlayabilir. Eğer ki kendinize bir vazife yüklüyorsanız, yazınıza da bir mânâ..büyük zıtlaşmalar, çatışmalar üstlenmek, mevcut sancıyı arttırmak istemezsiniz. Yazar kimliğiniz, psikolojik sorunlarla boğuşan bir fert gibi alıp başını gitmez. Buna ruhunuz diklenir, baş kaldırır. İç gerçeğinizle, yüreğiniz ve kaleminiz uyuşur. Bir düzeni ve ahengi, bir ritmi temin etmek zorunda kalırsınız.
Üstelik yazara kolay ulaşılabilen bir dünyada yaşıyoruz. Konuşmalarınız, açıklamalarınız, edebî sahnedeki boy gösterişiniz; sizi daha kolay bilinir, izlenir ve şeffaf yapacaktır. Çok kolay saklanamaz ve kaçamazsınız. Gölgelere sığ(ın)amazsınız.
• Hayatın başkaldırıları, edebiyatın da başkaldırıları mıdır?.. Edebi başkaldırı nedir?
Yaşamak, aynı zamanda bir başkaldırı, görünme alanı. Gündelik hayatımızda da, değişik derecelerde ruhumuzda itiraz, infial noktaları belirir, çeşitli etkiler yüzünden tepkimizi aksettiririz; ödeşmek, bedel ödetmek, hesaplaşmak isteyebiliriz. Fakat genelde bu eylem şekline dönüşmez.
Hayatın sadece maddî gayesi yoktur. Eğer, insanın zatına ve hayatına bambaşka bir mânâ yüklüyor; kutsala, ilâhî ve nihaî bir ölçüye inanıyor dayanıyor ve “merkez” almaya çalışıyorsanız, bütün faaliyetleriniz, geçmişiniz, geleceğinizi; o mânânın içinde eritmeye, onunla bütünleşmeye, sonsuz bir hayatın sahibi olarak, aşk(la) kesilmeye özenirsiniz.
Muhtelif sanat-fikir akımlarını, öncüleriyle takipçilerini; emek, birikim ve düşüncelerini kabul etmekle, “başkaldırılarını” bir beşeriyet tecrübesi, zenginliği ve ortak insanlık mirası olarak görmekle birlikte, sizin varoluşunuzun yüzü, yönü ve temelleri ayrıdır.
Muhtemelen edebî akıntıların, mütecaviz zamanların dağıtmaya, ortadan kaldırıp, yıkmaya yeltendiği şey; sizin istinatgâhınız, beslenip fışkırdığınız kaynak ve varlık davanızdır. Dolayısıyla “başkaldırınızın”, “hayırlarınızın” mahiyeti, niteliği ve istikameti değişmektedir.
Sözünüzü, yaşayışınızı kıymetlendirmek, değerleriniz inançlarınızla bağlantılı, ona paralel bir şuur, yaşama üslûbu ve eylem hattıyla yolculuğunuzu sürdürmek istersiniz. Yalnızca bireyselliğinizi değil, ferdin bağlı olduğu değerler ve ötesini de yansıtmayı dilersiniz. Geleneği tümüyle reddetmez, istifade etme cihetine gidersiniz. Bir hareket noktanız, Allah karşısında bir konumunuz vardır. Onun etrafında hayatınız, sanatınız doğar, şekillenir.
Mekanik, maddeci bir dünyaya karşı çıkar; bukalemunluğa, makineleşmeye, cehalete, köksüzlüğe, özsüzlüğe, egemen cebbar güçlere “baş kaldırırken” , kaleminizle de bu duruş ve direnişin emarelerini göstermek yansıtmak güç gelmeyecektir.
• Yazarını bilmediğimiz bir edebi metne bakarak yazarın bir kadın mı, yoksa bir erkek mi olduğunu ne kadar doğru tahmin edebiliriz?.. Bu tahminlerimizi neye/nelere göre temellendiririz?
Asıl olanın cinsiyet değil; sanatçı kimliği, yazarlık kalitesi olduğuna inanmakla beraber; kadın yazarla, erkek yazar arasında bazı farklar görüyoruz.
Görünmeyene nüfuz dikkati, kadın duyarlılığı (anaçlık, şefkat veya tam aksi aşırılaşmış bir duygusal şiddetle geleneksel kadınlık rollerine reddiye, uçuk kaçık bir cesaret, şiirsellik, romantizm), algılama farkları, ayrı derinlikler, empati yeteneğiyle hemcinslerinin kaderini paylaşımı gibi.
Bilindiği gibi, klasikleşmiş bazı eserlerde başarıyla kadın karakterler çizmiş erkek yazarlar olduğu gibi; yazarının cinsiyetini hissettirmeyerek, muvaffakiyetle karşı cinsi anlatan yazar kadınlar da vardır. Metinleri ayırabilmek o kadar kolay olmasa gerek.
Başta kadın bakış açısıyla yazılmış olması, kadın konusuna, acılarına özel bir önem atfetmesi, kadına öznelik değeri vermesi, tematik seçim sayılabilir. Yaratılıştan getirdiği bazı özellikleri ustalıklı anlatımları, sistemin kotlarına karşı koyarak, yeni bir gözle toplumu ve dünyayı değerlendirme, tanzim etme isteği, kadın tarafından sorgulama “kadın zihni ve dili” dedirten bazı özellikler “metni yazan eli” kısmen tahmin ettirebilir.
Ele aldığı mevzularda; kadına özgü bir cinselliğin ve mahremiyetin ayrıntılı anlatımı; tanıklık ettiği kadın hayatını, kadınlar arasındaki yaşayışı, uygulamaları hususî bir kıymetle önceleyip, önemsemesi ve yüceltmesi.
Kadına has yaralar; dönemler, iktidarlar, suçlu düzenlerle didişmeler ve yarattığı çözümsüzlüklerin eserdeki yansımaları. Kadınsı sorunlardan kaynaklanan bunalımlar; yapışkan hüzün; kimlik, özgürlük, hak arayışları… Benzer konuları, hassasiyetle sıkça ele almaları gibi…
İki öykücüden, konuyla ilgili örnekler:
Nazlı Eray’ın “Aşk Artık Burda Oturmuyor” isimli öykü kitabı için yapılan bir tahlil:
“Yapıtın her satırından son satırına kadar bir kadın bakış açısı egemen. Bunu özellikle kadına özgü detayların varlığında görüyoruz. Öykülerin anlatıcısının sokağa çıkarken sevdiği montu sırtına aldığını veya deri çantası ile pelerinin uyum içinde olduğunu, saçlarını taradığını veya dantel iç çamaşırı giydiğini, parfüm sürdüğünü bütün koşullar altında öyküye katıyor. Ayrıca dış mekânların duyguların fitresinden geçirilerek tanımlanıp, betimlenmeleri; fiziksel bir konumun veya bir mekânın ancak bir erkekle güzel ve zevkli olabilmesi özelliği de yine de kadınca bakmanın bir parçasıdır diyebiliriz.(Edebiyatımızın Kadın Kalemleri, Nesrin Tağızade Karaca; Oya Batum Menteşe yazısı, sh. 426, Ankara: Vadi Yayınları, 2006)
Nehir Aydın Gökduman’ın “Peruğuma da Örgü de Öreyim mi Hocam??” isimli öyküsünden:
“Niye okul yolundan başka bir caddeye sapmıyor ayaklarım. Okula gidip müdüre çıksam, Hocam yarın raporum bitiyor sen bilirsin artık desem… Ne renk peruk takayım diye soruyorsan, şöyle öğrenciye yakışan bir şey olsun diyecek kuşkusuz. Paris Kuaför’e okul bir yığın sipariş vermiş. Hangisini alsam bana uyarmış. Peki formamın altına ne renk papuç giymemi önerirsiniz? Kırmızı liseye yakışmazsa lacivert alayım. Forma boyu diz üstü mü olsun? Lafı mı olur anlatın, beni aydınlatın lütfen. Siz büyüğümsünüz, benden iyi düşünürsünüz!.. Evet, evet 1785 Büşra’yım ben… Şu 9-A’nın haşin, asi çocuğu… Neden şaşırdınız…”
• Sizce edebiyat-hayat etkileşiminden ortaya ne çıkıyor?.. Ya da ne çıkmalı?
Hapsolduğumuz, gittikçe ağırlaşan; hayatın çirkinliklerine boyun eğip, meşrulaştırdığımız ve onayladığımız bir dünyadan; daha yüksek değerlerin teşekkül ettiği bir dünyaya, hakikate doğru süzülmek… Aşk, hayat saygısı, barış, inanç telkin ve temin etmek için yürümek... Ben her şeye rağmen edebiyatın geleceğinden ümitliyim. Güzellik kapıları kapanmaz ne de olsa... Yazarlar umutlu ve sevdalıysa, edebiyatın da bir geleceği olacaktır. Çünkü edebiyat da bir şuur, inanç, sebat ve direnme işi.
İnsan var oldukça, yazacak çizecek, yeni inşa yolları bulacak, hayatı(nı) yorumlayacaktır. Sahih, üstün bir edebiyat da ergeç ortaya çıkacaktır.
“Hüsniye Terapiye Gidiyor” öyküsüyle katıldığım, “kadın yazarların anadolu buluşması / gizler, sesler, hikâyeler” kitabında; gene burada yer alan “Konya durağıyla” ilgili, aşağıda bir bölümünü okuyacağınız söyleşi, Sevgili Nalan Barbarosoğlu’nun sorularına benim verdiğim cevaplardan bazılarını teşkil ediyor. Teşekkürlerimi yinelerken; tüm eylemlerimizin güzel ve hayırlı sonuçlara ulaştırmasını, ülkem adına mükemmel bir edebiyatı diliyorum.
• Sizce bir yazarın yazma nedeni/nedenleri nedir?.. Ya da bir yazarı yazmak için ne/neler kışkırtır?.. Neden?
Pek çok sebep sayabilirim yazmak için… “Yazar Hüzeyme’yi” seviyorum en başta. Mutluluk, güç, tevazu, iktidar, gövde gösterisi, ıstırap, eleştirel ihtiyaç, yeni bir dünya için ilk taşı döşeme; harflerdeki i(sti)kbal istiklâl, yazmanın bir duygu karmaşasına, yoğunluğuna, fıtrata verdiği cevap kadar, bir zihin açılımına verdiği cevaz, imtiyaz…
Keşfetmek, fethetmek, büyük aile, nizam ve imtizaç. Murat almak, kurcalamak ve sarsmak… Kadınlık, erkeklik, insan(lık) ve türap… Kuyuya taş atmak, onuncu köy, yerden gökten deniz “yıldız”(ı) toplamak, güzeli aramak. İnşanın dolambaçları, dehlizlerinde; kelimelerin raksı ve söylenmedik cümlelerin tutkulu çağrısı. İçinizdeki şair, yazar ve münekkidin estetik ve tetikleyici şarkısı. İstiap haddini aşmak, sarılmak, yanmak ve ışıklanmak…Almışım kalemi elime, YAZ “Allah” yaz! …Harflerle güreş tutmak, kitaplarda oynamak… Yazmak; izli, içli, işli serap…
Hayatın merareti şiddeti, yaşamanın tadı(çalkantılar, kırılma dönemleri, karşıtlıklar, sosyal değişmeler, ferdî hayattaki iniş çıkış, karşılaşma temaslar, dönüşümler); içteki sanat özünün açığa çıkıp, boy atması ve kaderin yazısı için hoş bahanelerdir sadece…
Ve her kula nasip olmaz, edebiyat(ın)a gebe kalmak; bin türlü haz, niyaz…
• İçselleştirdiğimiz değerler edebi metne nasıl yansır?.. Öykü-roman kişilerinin değerleri yazarın değerleri midir?..
Yazarken; özendiğiniz, emek verdiğiniz, gerilim yaşadığınız bir metne samimiyetle kendimizden değerleri de katacağızdır.
Öykü-roman gibi kurmacaya dayanan metinlerde; değişik dünyaları, anti kahramanları, gerçek fikriyatınıza ters düşen tipleri, farklı hayatları da dile getirebilirsiniz.
Özel hayatını, kitaplarıyla faş etmiş yazarlar da vardır; anlatıcı sesiyle yazar sesi birbirine karışabilir. Son dönemlerde yazarın başına buyruk kahramanları, kişileri de çoğalmıştır. Ama eserlerinizde çıkan yekûnda, toplam etkide sizin düş gücü, bakış açısı, tavır ve seçiminiz, dünya görüşünüz yansıyacak, ipuçları verecektir.
Ne kadar mesafeli olursanız olun, şahsî alanınızı koruyun sonuçta ete kemiğe ve kelimelere bürüneceksinizdir. Konuşan yazardır; bir niyetiniz, derdiniz vardır, birikim ve süzgecinizden yazı çıkacaktır.
Ayrıca kendini tekrarlamamak şartıyla, sizi çeken saran konulara, karakterlere yönelmeniz, onları daha iyi kavrayıp aktarmanızı; daha az engelli bir yazıyı, en azından zihnî ve kalbî, sanat gücünü daha mükemmel aksettirmenizi sağlayabilir. Eğer ki kendinize bir vazife yüklüyorsanız, yazınıza da bir mânâ..büyük zıtlaşmalar, çatışmalar üstlenmek, mevcut sancıyı arttırmak istemezsiniz. Yazar kimliğiniz, psikolojik sorunlarla boğuşan bir fert gibi alıp başını gitmez. Buna ruhunuz diklenir, baş kaldırır. İç gerçeğinizle, yüreğiniz ve kaleminiz uyuşur. Bir düzeni ve ahengi, bir ritmi temin etmek zorunda kalırsınız.
Üstelik yazara kolay ulaşılabilen bir dünyada yaşıyoruz. Konuşmalarınız, açıklamalarınız, edebî sahnedeki boy gösterişiniz; sizi daha kolay bilinir, izlenir ve şeffaf yapacaktır. Çok kolay saklanamaz ve kaçamazsınız. Gölgelere sığ(ın)amazsınız.
• Hayatın başkaldırıları, edebiyatın da başkaldırıları mıdır?.. Edebi başkaldırı nedir?
Yaşamak, aynı zamanda bir başkaldırı, görünme alanı. Gündelik hayatımızda da, değişik derecelerde ruhumuzda itiraz, infial noktaları belirir, çeşitli etkiler yüzünden tepkimizi aksettiririz; ödeşmek, bedel ödetmek, hesaplaşmak isteyebiliriz. Fakat genelde bu eylem şekline dönüşmez.
Hayatın sadece maddî gayesi yoktur. Eğer, insanın zatına ve hayatına bambaşka bir mânâ yüklüyor; kutsala, ilâhî ve nihaî bir ölçüye inanıyor dayanıyor ve “merkez” almaya çalışıyorsanız, bütün faaliyetleriniz, geçmişiniz, geleceğinizi; o mânânın içinde eritmeye, onunla bütünleşmeye, sonsuz bir hayatın sahibi olarak, aşk(la) kesilmeye özenirsiniz.
Muhtelif sanat-fikir akımlarını, öncüleriyle takipçilerini; emek, birikim ve düşüncelerini kabul etmekle, “başkaldırılarını” bir beşeriyet tecrübesi, zenginliği ve ortak insanlık mirası olarak görmekle birlikte, sizin varoluşunuzun yüzü, yönü ve temelleri ayrıdır.
Muhtemelen edebî akıntıların, mütecaviz zamanların dağıtmaya, ortadan kaldırıp, yıkmaya yeltendiği şey; sizin istinatgâhınız, beslenip fışkırdığınız kaynak ve varlık davanızdır. Dolayısıyla “başkaldırınızın”, “hayırlarınızın” mahiyeti, niteliği ve istikameti değişmektedir.
Sözünüzü, yaşayışınızı kıymetlendirmek, değerleriniz inançlarınızla bağlantılı, ona paralel bir şuur, yaşama üslûbu ve eylem hattıyla yolculuğunuzu sürdürmek istersiniz. Yalnızca bireyselliğinizi değil, ferdin bağlı olduğu değerler ve ötesini de yansıtmayı dilersiniz. Geleneği tümüyle reddetmez, istifade etme cihetine gidersiniz. Bir hareket noktanız, Allah karşısında bir konumunuz vardır. Onun etrafında hayatınız, sanatınız doğar, şekillenir.
Mekanik, maddeci bir dünyaya karşı çıkar; bukalemunluğa, makineleşmeye, cehalete, köksüzlüğe, özsüzlüğe, egemen cebbar güçlere “baş kaldırırken” , kaleminizle de bu duruş ve direnişin emarelerini göstermek yansıtmak güç gelmeyecektir.
• Yazarını bilmediğimiz bir edebi metne bakarak yazarın bir kadın mı, yoksa bir erkek mi olduğunu ne kadar doğru tahmin edebiliriz?.. Bu tahminlerimizi neye/nelere göre temellendiririz?
Asıl olanın cinsiyet değil; sanatçı kimliği, yazarlık kalitesi olduğuna inanmakla beraber; kadın yazarla, erkek yazar arasında bazı farklar görüyoruz.
Görünmeyene nüfuz dikkati, kadın duyarlılığı (anaçlık, şefkat veya tam aksi aşırılaşmış bir duygusal şiddetle geleneksel kadınlık rollerine reddiye, uçuk kaçık bir cesaret, şiirsellik, romantizm), algılama farkları, ayrı derinlikler, empati yeteneğiyle hemcinslerinin kaderini paylaşımı gibi.
Bilindiği gibi, klasikleşmiş bazı eserlerde başarıyla kadın karakterler çizmiş erkek yazarlar olduğu gibi; yazarının cinsiyetini hissettirmeyerek, muvaffakiyetle karşı cinsi anlatan yazar kadınlar da vardır. Metinleri ayırabilmek o kadar kolay olmasa gerek.
Başta kadın bakış açısıyla yazılmış olması, kadın konusuna, acılarına özel bir önem atfetmesi, kadına öznelik değeri vermesi, tematik seçim sayılabilir. Yaratılıştan getirdiği bazı özellikleri ustalıklı anlatımları, sistemin kotlarına karşı koyarak, yeni bir gözle toplumu ve dünyayı değerlendirme, tanzim etme isteği, kadın tarafından sorgulama “kadın zihni ve dili” dedirten bazı özellikler “metni yazan eli” kısmen tahmin ettirebilir.
Ele aldığı mevzularda; kadına özgü bir cinselliğin ve mahremiyetin ayrıntılı anlatımı; tanıklık ettiği kadın hayatını, kadınlar arasındaki yaşayışı, uygulamaları hususî bir kıymetle önceleyip, önemsemesi ve yüceltmesi.
Kadına has yaralar; dönemler, iktidarlar, suçlu düzenlerle didişmeler ve yarattığı çözümsüzlüklerin eserdeki yansımaları. Kadınsı sorunlardan kaynaklanan bunalımlar; yapışkan hüzün; kimlik, özgürlük, hak arayışları… Benzer konuları, hassasiyetle sıkça ele almaları gibi…
İki öykücüden, konuyla ilgili örnekler:
Nazlı Eray’ın “Aşk Artık Burda Oturmuyor” isimli öykü kitabı için yapılan bir tahlil:
“Yapıtın her satırından son satırına kadar bir kadın bakış açısı egemen. Bunu özellikle kadına özgü detayların varlığında görüyoruz. Öykülerin anlatıcısının sokağa çıkarken sevdiği montu sırtına aldığını veya deri çantası ile pelerinin uyum içinde olduğunu, saçlarını taradığını veya dantel iç çamaşırı giydiğini, parfüm sürdüğünü bütün koşullar altında öyküye katıyor. Ayrıca dış mekânların duyguların fitresinden geçirilerek tanımlanıp, betimlenmeleri; fiziksel bir konumun veya bir mekânın ancak bir erkekle güzel ve zevkli olabilmesi özelliği de yine de kadınca bakmanın bir parçasıdır diyebiliriz.(Edebiyatımızın Kadın Kalemleri, Nesrin Tağızade Karaca; Oya Batum Menteşe yazısı, sh. 426, Ankara: Vadi Yayınları, 2006)
Nehir Aydın Gökduman’ın “Peruğuma da Örgü de Öreyim mi Hocam??” isimli öyküsünden:
“Niye okul yolundan başka bir caddeye sapmıyor ayaklarım. Okula gidip müdüre çıksam, Hocam yarın raporum bitiyor sen bilirsin artık desem… Ne renk peruk takayım diye soruyorsan, şöyle öğrenciye yakışan bir şey olsun diyecek kuşkusuz. Paris Kuaför’e okul bir yığın sipariş vermiş. Hangisini alsam bana uyarmış. Peki formamın altına ne renk papuç giymemi önerirsiniz? Kırmızı liseye yakışmazsa lacivert alayım. Forma boyu diz üstü mü olsun? Lafı mı olur anlatın, beni aydınlatın lütfen. Siz büyüğümsünüz, benden iyi düşünürsünüz!.. Evet, evet 1785 Büşra’yım ben… Şu 9-A’nın haşin, asi çocuğu… Neden şaşırdınız…”
• Sizce edebiyat-hayat etkileşiminden ortaya ne çıkıyor?.. Ya da ne çıkmalı?
Hapsolduğumuz, gittikçe ağırlaşan; hayatın çirkinliklerine boyun eğip, meşrulaştırdığımız ve onayladığımız bir dünyadan; daha yüksek değerlerin teşekkül ettiği bir dünyaya, hakikate doğru süzülmek… Aşk, hayat saygısı, barış, inanç telkin ve temin etmek için yürümek... Ben her şeye rağmen edebiyatın geleceğinden ümitliyim. Güzellik kapıları kapanmaz ne de olsa... Yazarlar umutlu ve sevdalıysa, edebiyatın da bir geleceği olacaktır. Çünkü edebiyat da bir şuur, inanç, sebat ve direnme işi.
İnsan var oldukça, yazacak çizecek, yeni inşa yolları bulacak, hayatı(nı) yorumlayacaktır. Sahih, üstün bir edebiyat da ergeç ortaya çıkacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.