Nurten Selma Çevikoğlu

Nurten Selma Çevikoğlu

İnsan Acziyetini Bilmeli

İnsan Acziyetini Bilmeli

Efendim yine, ‘Selam duâsı’yla başlıyoruz yazımıza;

‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’

Bu haftaki beyitlerimiz şöyle;

“İstisnâyı yâni ‘İnşaallâhu Teâlâ’yı dememek insana kasvet ve gam verir. Maksat bu ibâreyi sâdece dil ile söylemek değildir. Zirâ dilin söylemesi asıl değildir. Dille söylemek sâdece görünüşte olan bir şeydir.”

“Nice lisânen ‘inşaalah’ diyemeyenler var ki, onların canı istisnanın hakikatine eş olmuştur; İstisna ile özdeşleşmiştir.”

‘İnşaallah’ı terk etmek insan için acze sebebiyettir. Neticede kişilere acı-hüzün gibi istenmeyen sonuçlar yaşatır. Güzel huyun işâreti, Hakk’ı zikretmektir. Benlik duygusuyla hareket edeni Mevla Teâlâ, kahru perişan eder de, onun ayıpları ortaya saçılır. Cenâbı Hak, her dâim insanın kendi âcizliğini bilmesini arzu eder. Bilmeyenler sâhip oldukları vasıflarıyla övünürler, bu hal insanı kibir sâhibi yapar. Pek tabi bunlar güzel davranışlar değildir. Aslında ‘İnşaallah’ demekten maksat, Allâhu Teâlâ’nın sonsuz ve mutlak gücünün her yapılan işte en önce düşünülüp, sonra o işe yönelmeli sonuçtaki başarıyı yine Hakk’tan bilmelidir. Yürüyen işlere bakıldığında, insanın kendisinin ne kadar âciz olduğunu düşünmesi gerekir.

Kul her işinde önce Cenâbı Allâh’a güvenir, dayanır, O’ndan yardım isterse, kişi bu inanç ve duygu ile yaptığı işi, âdeta Rabb’i ile birlikte yapmış gibi olur. Allah Teâlâ’ya göre her zor kolaydır. Her müşkül için O’nun katında en hayırlı çözüm bulunur, yeter ki kul Hakk’a dönsün. Hatta kişi bu fikirdeyse kalpten ‘inşaallah’ demeyi unutsa bile, Mevla Teâlâ, onun istediğini oldurur.

Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselam; ‘Allah sizin görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama O sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.’ (Müslim, Birr, 33) buyuruyorlar. Cenâbı Hakk, doğru niyetlerle yapılan işlerden hayırlar murâd hâsıl eder. İnsanın inancı doğrultusunda hareket etmesi ve her işini ona göre gerçekleştirmesi önemlidir. Bu anlayışla kişi istisnayı unutsa bile Rabb’i onun gerçek niyetini bildiği için söylememesine bakmaz ama yine de söylemesi en uygun olandır. Ancak tabi, insanın özünde güzel niyet varsa, Allah Azze ve Cell, onun eğrisine, yanlışına, hatâsına değil kalbindeki aslolana bakar. Devam edelim;

“Hekimler ne ilaç verdiler ve ne türlü tedâviye başvurdularsa hastalık arttı, Şifa (maksat) hâsıl olmadı.”

“Câriye hastalıktan kıl gibi zayıfladı. Pâdişâh’ın gözleri de ağlamaktan ırmağa döndü.”

“Sirkengebin isimli şurubu safra gidersin diye câriyeye verdiler, kazâ-ilâhîden safrayı artırdı. Bâdem yağı bile yumuşaklık vereceği yerde kabızlık yaptı.”

“Helile=hint eriği isimli yumuşatıcı ilaçtan da kabızlık meydana geldi. Yumuşaklık tamâmen kayboldu. Su harâreti keserken neft gibi ateş yardım etti.”

Gâfil tabiplerin uyguladıkları hiçbir tedâvi câriyeyi iyi etmedi. Ruh önce nefsine uydu, ardından ehil olmayan gâfillerden medet umdu, neticede ruh ve beden zayıfladı hatta çâresiz kaldı, bu durumdan beden rahatsız oldu. Halbuki bilinmeli idi ki, derdin devâsı Rabb’e yakınlıktı. Derdinin devâsını ilâhî hakikatte arayanlar dertlerine deva bulurlar. Musibet, insanı Hakk’a yaklaştırır. Yoksa kişi, Hakk’tan gâfil bir şekilde derdine çâre aradığında o musibet, ona gerçek musibet olur. Anlatılan hikâyede, câriyeye ehil olmayan doktorlar, her türlü maddi tedâviyi uyguladılar ama maksat hâsıl olmadı. Neden? Çünkü tabipler yalnız kendilerine gevendiler, ‘inşaallah’ demediler. O zaman hastalık tedâvisinde ehil olana gitmek gerekir. Asıl ilaç gözyaşı ile Hazreti Allâh’a yakınlıkla bulunur ama tabi tedâvide gerekir.

‘Kıl gibi zayıflayan bir türlü iyileşmeyen câriyeye tabiplerin verdiği Sirkengebin, sirke, bal ve çörek otuyla yapılan bir şuruptur ki, safra tedâvisinde kullanılır, bu şurup câriyeye iyi gelmediği gibi ardından verilen ‘badem yağı’da câriyedeki pekliği gidermedi. Sanki ilaçlar tam aksi tesir meydana getirdi. Onlar hayret ettiler, acziyete düştüler zira bu hâdisede ilâhî irâde dikkate alınmadı. Şunu unutmayalım ki, ‘yalancı iddiacıların aldığı tedbirlerden ortaya dâima kötülükler, vaatler bir esâsa dayanmadığı için çeşitli güçlükler çıkar. Bu gibilerden uzaklaşmak isâbetli bir iş yapmanın ta kendisidir, onlarınki sırf kazanç ve faydadır.’ (Abidin Paşa, Mesnevî Şerhi, Sadeleştiren Mehmet Said KARAÇORLU, İst, 2007, s.39)

‘Helile, Hindistan’da çok bulunan, ince yapraklı büyük bir ağaç cinsinin salkıma benzeyen meyvesidir. Sarısı, ishali kesmek, karası mülâyimlik vermek için yutulurdu. Bâdem yağı da yumuşaklık vermek için kullanılırdı. Burada hekimlerden murat, mânevî tabip olmaları gereken şeyhlerin mukallidi olan sahte şeyhlerdir. Hikâyedeki tabipler, yâni yalancı şeyhler, basiret gözleri açılmamış olduğundan nüfuz edemiyorlar, fakat ‘şöyleyiz-böyle hallederiz’ gibilerden atıp tutmaktan da geri durmuyorlar. Câhilin ilim da’vasında bulunması ve bu iddianın câhillerce doğru olarak hüsn-ü kabul görmesi en büyük âfettir.

Kendilerine eşyânın ismi, sorulduğunda, bunları bilmeyen melekler: “Rabb’imiz, Sen’i tesbih ederiz, Sen’in bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur.” (Bakara, 32), diyerek bilmediklerini açıkça itiraf etmekten çekinmediler.

İmâmı Ebû Yusuf’a, Hârun Reşîd tarafından bir mesele, sorulmuş, o da ‘bilmiyorum’ demiş. Pâdişâhın bir yakını İmama; ‘Emîr’ül Mü’minin sana bu kadar para verdiği halde sen bilmiyorum diyorsun, bu yakışır mı? Deyince, İmam Yusuf; Emîr’ül Mü’minînin bana verdiği para bildiklerime göredir. Bilmediklerime göre verecek olsaydı bunun için hazinesi kâfi gelmezdi’ buyurdular. Bilmediği konuyu bilmiyorum demek ve işin ehline havâle etmek ilmin ve insafın vaz geçilmez gereklerindendir.’ (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, Tablet Yayınları, s.70-71)

Dünyâdaki ehemmiyetli problemlerden birisi de, câhil insanların ilim dâvâsında bulunmasıdır. İnsan bilmediğini açıklıkla söylese pek çok vebalden kurtulur, böylesi tevâzulu olursa da belki Mevlâ Teâlâ ona bilmediğini dahi öğretir. Bu hikâyede yalancı tabipler, câriyeyi tedâvi etmede kendilerinin âciz kaldıklarını idrak edemediler. Bu davranışlarından dolayı câriye zahmet çekti, neticede istenen sonuç hâsıl olmadı.

Efendim bugünlük de bu kadar olsun. Hayırlı, bereketli Cumâlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nurten Selma Çevikoğlu Arşivi