Devlet Destekli Yoksullaşma
Türkiye hangi yılları darbe, kavga ve ekonomik sıkıntı olmadan rahat ve huzur içinde sessiz sakin geçirdi diye sorduğumuzda, alacağımız cevap çoğunlukla hiçbir zaman olacaktır.
Neredeyse her 10 yılda bir rutin hale gelen darbeler dönemi sona erdi derken, 15 Temmuz FETÖ kalkışması yaşandı.
Demokrasi ve gelişme yolundaki bazı gelişmelerin yaşandığı ifade edilirken ve geçirilen sürelerin iyi zamanlar olacağını beklerken, 2020 yılının bahar aylarında başlayan Covid19 salgını sırasında bütün birikimlerin kaybedilmesi durumunu yaşadık.
Türkiye ekonomisi bu pandemi döneminde tarihinin en yüksek istihdam kaybını yaşarken, zor durumda olan beş milyon haneye tek seferlik sağlanan gelir desteği, beklenmeyen bir gelişme olarak gerçekleşti.
27 Mayıs darbesinden sonra başarısız olan pek çok denemeden sonra, gerçekleşen 12 Mart muhtırası demokrasinin yeni yol kazası olarak yaşanırken, dönemin faşist generallerinden biri, “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı. Bunun önüne geçmek gerekir” demişti.
Bu günlerde bu sözün uygulaması, siyasiler eliyle oluyor artık.
12 Eylül’de ABD li çocukların eliyle gerçekleşen ihtilal sadece sol kesimin değil, genel olarak memleketin üzerinden silindir gibi geçti.
O dönemde yazılan anayasanın neden olduğu sıkıntılar hala aşılamadı.
Türkiye’de yaşanan hayatlar hiçbir zaman cetvelle çizilmiş gibi, düz çizgide giden bir hayat olmamıştır.
İnsanların olduğu gibi milletlerin devletlerin hayatında da, hiçbir zaman düz çizgi gibi bir hayat olmaz diyenler olacaktır.
Bizim memleketimizde de dünyada olduğu gibi, hayatın olağan akışı içinde farklı gelişmeler, farklı heyecanlar yaşandı. Ama dünya geneline bakılacak olursa yaşananlar onaylanacak türden gelişmeler olarak görülmemeli.
Kaybettiklerimiz tekrar kazanma çabası gündemdeyken, bu defa 6 Şubat depremi yaşandı.
Milletimiz her biri önemli bir kilometre taşları olan yaşananlarla, anarşi ve terör belasından sonra depremlerin getirdiği ekonomik sıkıntıları göğüsleme cesaretini göstermiş olmanın yanında, çok değerli insanları kaybetmemizin zorluklarına karşı da direnç kazanmıştır.
Ancak bu olup bitenler hemen her dönemde, memleketimizin çeşitli sıkıntılar yaşamasının sebebini tespit etmeyi engellememelidir.
Bize göre sıkıntıların temel sebebi, zalimlerin zulmüne destek olan alçaklar ve zulmü bizzat görüp yaşadığı halde, zulmün olmadığını savunacak kadar ahmak olanlardır.
Bu gün millet olarak bulunduğumuz noktanın, bu ülkede yaşayan her bir ferdin hayal ettiği ülke olmadığı gerçeği pek çoğumuz için geçerli olduğundan, yaşanan fırtınalı zamanlar içinde çok ters yerlere savrulmadan yaşamaya çalışanların azlığı, toplumumuzun kurtuluşu için yeterli ümidi oluşturamamaktadır.
Türkiye ekonomisinin yapısal gerçeğini anlamak için, uygulanan borçlandırma siyasetine bakmak gerektiğine inanıyoruz.
2020 baharında, 2017 ve 2019 yıllarındaki borçlandırma temposunu da aşan bir şekilde gerçekleşen kredi genişlemesi ile Türkiye’deki ekonomik çöküşün etkileri hafifletilmeye çalışılıp, temel gelir desteği tartışmaları yapılırken, esas politika yine borçlandırma oldu.
Mesela, pandemi döneminde Mart ayından Mayıs ayına kadar, yani 3 aylık dönemde ihtiyaç kredisi borcu bulunmayan veya ihtiyaç kredisi kullanmamış fazladan 1,8 milyon kişi borçlandırıldı.
Toplamda ise yedi milyonu aşan sayıda kişinin, kampanya kapsamında duyurulan temel ihtiyaç kredisine başvurduğu açıklandı.
Dünyaya borçlanarak aldığımız kredilerin karşılığı olarak ülkemizde uygulanan borç siyaseti, sadece borç alan ve veren arasındaki ilişkinin gözetimi, düzenlenmesi, yönetilmesi anlamına gelmemektedir.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, küresel sistem doğrultusunda yurt dışı finansal çevrelerle kurulan ilişki, Türkiye’nin ana siyaset hatlarından birisi haline getirilmiştir.
FARKINDA MIYIZ?
AKP tek başına iktidara geldiğinde, Türkiye’nin toplam 130 milyar dolar dış borç vardı.
2025 yılında sadece bir yıl içinde ödenmesi gereken borç miktarı ise, 236 milyar dolar olmuştur.
Tefeci fâizinden bile yüksek bir miktardaki ülke kaynakları, bir avuç inşan eliyle yurt içindeki ve dışındaki odaklara aktarılmaya devam ediliyor.
Asgari ücret ile memur ve emeklilere yapılan zamlara sonunda ise, ortaya çıkan durum şu dur: Devlet kurumlarının ürettiği mal ve hizmetler yanında, devletin ihale ve özelleştirme hükümleri gereği belirlediği mal ve hizmet fiyatlarına yapılan zam oranları doğrultusunda gelinen nokta ancak, devlet destekli yoksullaşma olarak tarif edilebilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.