Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

İhtiyara sen demek!

İhtiyara sen demek!

Muhataba karşı duyulan sevgi, saygı ve benzerleri, bir hitap kelimesinin içinde açık bir şekilde görülüp, ölçülebilir. Onları, hitap seçimlerini, bu yönleriyle, çözümü neredeyse her zaman mümkün olan ve kendi kendilerini ele veren, kolay şifrelere benzetirim. Kaldı ki, aslında koskoca ve sınırları esnek bir konudan değil, bir şeyden, tek şeyden, dokunan, inciten, hayatın içinde kaybolan bir detaydan, nüanstan, incir çekirdeğinden ve tırnak ucundan bahsedeceğim, birazdan. Sokaktaki yalnız ihtiyarın, torunları yaşlarındakiler için bile, sen’leşmesi (“siz” değil!), yüksek sesle söylenen amca!/teyze!’leşmesi; kulakların ağır duyuşuna karşı takınılan bu gürültülü ve kaba hitapların, yüreğimde yol açan dikenli, taşlı yollarından, karanlık dehlizlerinden, bahsedeceğim.

Başta, hitabın önemine değinsem de, aslında konum, yaşlılar. Ne oluyor da o koca çınarlar, mantarlar ve yoncalar tarafından yüksekten görülebiliyorlar, buna pek şaşarım da!... Üstelik bir de kimsesizse, bir ihtiyarın alelade bir yerde, hülasa her hangi bir yerde; sokakta, hastane koridorunda ya da bilet sırasında, çok da göze batmadan, gizliden de olsa, aba altından, dille ve elle, öyle ki, yapılanın adına itip kakmak denilemeyecek bir halde, aslında itilip kakılmaları, diken gibi çizer, taş gibi tıkayıp daraltır, gönlümü, ruhumu, yüreğimi ve beynimi. Bu hayal kırıklığının bende yarattığı etki ise, “ne oluyor da?”, dedirtiyor… “ne oluyor da o koca, yüksek ve kıymetli çınarlar, yerden bitme otlar ve mantarlar tarafından ‘hadi amca/teyze, sen şu sıraya gir bakalım” şeklindeki hitaplara maruz kalabiliyorlar, toplum içinde ve göklerin gözcülüklerinde? Hiç korkmadan, sakınmadan, sıkılmadan ve utanmadan…

Oysa… Bilir misiniz ki, onların o titrek ellerinin içinde, ayalarında ve buruşuk parmak aralarında, nasıl bir şevkat gizlenir? Tadına varmak uğruna, el etek öpmeye razı geleceğiniz, o ihtiyarı, sıranın sonuna bir ‘sen’ hitabıyla göndermeye asla ve asla kalkışamayacağınız, muhatabınız için yaltakçı ve yağcı hitap kelimeleri/cümleleri bile kurmaya can atacağınız? Bilir misiniz? ‘Sen’ denmesine takılır, düşerim de belki en çok… Eh, eşit seviyede, ya da, aşağıda olmayan birisine ‘siz’ denir, dilimizde. Yerden bitme her türlü otun cehaletine ve densizliğine de şaşarım, bu yüzden! Buna cehalet dememin sebebi ise, dedim ya, o titrek ellerin içinde gizlenen şevkatten yana bihaber olunuşu, işte. Ambarınızda duran çuvallarca un kadarını, o ihtiyarın çoktan eleyip, eleğini duvara asmış olmasından da mı habersizsiniz peki, bilmem ki... Nasıl ‘sen’ diyebilirsiniz, sizden çok daha fazla unu elemiş ve üstelik derdi artık bu da olmayan, yüksekte, ötede ve ulu birisi için? Derdi bu un da değildir ihtiyarın artık, duvara asılan eleğinden açıkça anlaşılabileceği üzere. Emektar elek, emekliye ayrılmış bir şekilde, ihtiyarın başköşesinde, onu, yalnızca seçip kavrayabilecek hünerdeki gözlere aşikar bir şekilde arz-ı endam ederken, muhakkak “hadi amca/teyze” diye yüksek perdeden, senli benli hitapları, muhatabına layık sanan gafillere, asla ve asla, kendisini göstermeyecektir.

Hele, derinleşip çukurlaşan gözlerin oyuğundan, bir ihtiyarlık maviliğiyle, size doğru yönelen bakışlardaki hüzün ve bilgelik buğusunu da mı, fark etmediniz hiç? Her türlü yaşamsal ihtiras ve hırstan halas ve azade olmuş, bu haliyle hürleşip göğün rengine bulanmış o bir çift bakış, size isabet ettiğinde, bir piyango biletin alın bence! Başınızın üzerine bir güvercinin pislemesinden çok daha şanslı bir gününüzdesinizdir aslında o gün ama ne demişler, ‘görmesini bilene’. Bilene! Umulur ki, o ihtiyara karşı kurup kurabileceğiniz en hürmetkar hitap cümlelerini seçersiniz de, onun bir duasına ya da müşfik ellerinin sevgiyle titreşen ellerinin bir dokunuşuna, okşamasına mazhar olursunuz.

Sıranın en sonuna yollanan ve ‘kulakları ağır işitiyor’ gerekçesiyle, gürültücü ve ürkütücü bir senli benlilikle hitap edilen muhatabın, kaçırılan bir hayat fırsatı, şansı olduğu, hiçbir zaman fark edilemeyebiliyor, oysa. Gaflet, delalet ve hıyanetin yanına eklenen bir de cehaletle birlikte, bükülen belin omurgasının, aslında bizimkinden çok daha sağlam oluşu… Hayat bahçesindeki, o yüce çınarların gölgesinde dinlenip serinlemenin yanında, bir de şevkat ve sevgiyle muamele göreceğimiz bir yakınlıktan nasipsiz kalmak… Boyumuza posumuza bakmadan, bir karıncanın, file kafa tutması misali, bir yoncanın, ulu bir çınara yukardan bakabileceği zannı, işte tüm bunlar ve maalesef ki bunların yanına eklenebilecek daha nice örnek, herhalde bunlar, kopartacak tüm saygı bağlarını koparttıktan sonra, ardından da, kıyameti! Dünyanın iplerini ve bağlarını kesen delici bıçaklar ve makaslar, hitap kelimeleri seçimlerinde yapılan bu hayati ama önemsenmeyen hataların yüzünden (yüzsüzlüğünden?) dolayı olacak, her halde.

İşte tüm bunların, yüreğimde yol açan dikenli, taşlı yollarından, karanlık dehlizlerinden bahsedeceğim demiştim, başta. Lakin bunu yapmadım, farkındayım. Az evvel, sokaktan gelen bir sesi duydum da... 20li yaşlardaki bir delikanlının, 90lı yaşlardaki bir kadına, hitabını: “Teyze, ayak altında durma. Hadi ‘sen’ evine gir artık!”… Duyunca, dikenli yollarda çizilip burulan yüreğimin bende yarattığı iç kanaması sebebiyle, evimdeki küçük ecza dolabına koşarken, ayağıma takılan bir taş yüzünden düşüp, belimi kırdım da, karanlık bir koridorda. Acıyla cebelleşmekteyim. İşte bu yüzden, o dikenlerden, taşlardan ve dehlizlerden bahsedemeyeceğim şimdi ne yazık ki, sizlere.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi