HIRKALAR ve LOKMALAR
Kimi program başına aldığı astronomik ücretle, kimi siyasî destekli fetvalarıyla öne çıktı.
Ramazan ayı büyük bir hızla geçerken, din adamı kimliği, her zamanki gibi ayrı bir önem kazandı. İzleme kolaylığı ve zevki, ekranda hocaların saltanatını arttırdı.
Özellikle bu Ramazan’da, birbirinden şık, gardırop zengini, din adamlarını seyrettik. Aralarında sevdiklerim, lezzetli programlar da vardır.
Yalnız bir hususu belirtmeliyim. Ekrana çıkmanın belli bazı şartları, kuralları vardır ama…
Her gün değişen kıyafetler, takva elbisesinden çok görsel zenginliğe verilen ehemmiyeti gösteriyordu sanki.
Sunulan bilgi, tavsiyeler, nasihatler dinî miras; sabrı, kanaati, israftan kaçınmayı, asıl içteki zenginliği, ağız gani, cömert kalpleri öncelerken; zahirî dil görünüş, iç değil dış giysilere, lüksün maddenin karşı konmazlığına, çağdaş saplantılara işaret ediyordu.
Ve söylemi düşürüyor kişinin –toplumdaki konumu, itibarı, vasıfları ne olursa olsun- sunucuların, modacıların, ekran yıldızlarının, dünyayı ilk plana alanların mevkilerine yakınlaştırıyor; dinî ölçülerden ziyade belki piyasa değerlerine bağlı gibi bir izlenim uyandırıyordu.
Sahabelerin sade yaşayışından, infaktan, bütün malını Allah ve Sevgilisi(S.A.V.) için bağışlayacak olan güzidelerden söz ederken; “ye kürküm ye” söylemiyle Hz. Yusuf’un gömleği bir kez daha, bu sefer âdeta giysi ve dünyalık şehvetiyle yırtılıyor.. iyice eskimiş, modası geçmiş dervişlik hırkası, olsa olsa müzelerde teşhir edilebilecek bir seyirlik unsuru haline geliyordu.
Elbise alâkası ve aşırı özen, aksesuarları dahi titizlikle seçme; tevazu, alçak gönüllülük, yoksullarla birleşen eşitlikçi gönül dilinden çok; aksini, bir ayrımı, üstenciliği, sınırları, paranın hâkimiyetini ve galebesini, nefsanî bir lisanı, köklerden uzaklığı ve bir anlamda manevî yönden “hükümsüzlüğü” ortaya koyuyordu.
Televizyondaki zat, bambaşka bir yerde olsa, samimiyetine inanılsa bile; ister istemez ümmetin erkeklerine yasaklandığı bildirilen ipeksi giysilere; dış süslerin önemine, teşhire, bir aşırılığa, hadsizliğe dikkat çekiyor, meta sevgisi gibi hastalıkları hatırlatıyordu.
Üstelik bu hüzünlü coğrafyada, onca tehlikeyle boğuşurken, Filistin, Doğu Türkistan, Kerkük Musul, Kırım, Somali, Arakan’dan, kardeşlerimizin ve insanlığın çileli hayatından bahsederken; “ Gönül gözüne” yönelik etkiyi zayıflatıp, mesajı gölgeliyor, dinî havayı bir açıdan soğutuyordu.
Aramıza, gözümüze gönlümüze perde çekiliyordu.
Esasında dışa verilen önem; asıl değerli olanın gözden kaçmasına sebebiyet verebilirdi. Zira Güzellik duygusu, kabuğa saplanıp kalarak, göz boyanıyor, maddî zevkler başa geçiyordu.
Çünkü günümüzde zaten altı çizilen, kıymet verilen Batınî(içsel) değil, zahiri zenginlikler, ihtişam, alâyişli hayat biçimi ve gösterişli delilleri, nişaneleriydi gözün seçtikleri, eğilimi.
Züht, takva derken zenginlik sızıyordu bütün damarlardan, kanallardan. Maneviyat araçlaşıyordu.
Din adamlarının kimilerinin muktedirlere bitişmesi, yeni din adamı türevlerini de meydana getiriyordu.
Böylece “bir giydiğini bir kere daha giymeyen, kuş sütüyle beslendiği intibaını veren, hatta mevcut siyasî şartları gözeterek, lüzumlu ayarları yorumları yapabilecek, bir söylediğini bir daha söylemeyen değişken, yerine göre sabitesiz yeni, yepyeni din temsilcileri doğuyordu.
Düşünce ve eleştiri yeteneği uyuşup pelteleştikçe, bilgilenme sadece -büyük bir teslimiyetle-televizyonlara kaldıkça; çeşitli ekran defilelerini, Yeni Türkiye’nin sanatçı tipli, saray/salon adamı, aktörümsü halkçı (!) kılıklı kişilerini, din adına sıkça izleyeceğiz herhalde.
Hayırlı Ramazanlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.