Hep o beste
Müstesna kalplerin de müziği vardır. Ve gönülden gönüle nice besteler çalınır durur, can kulağıyla dinlenir; ten gözüyle görülmese de izler, “eser” sürer gider, tazelenir.
Ki yüreklerden nice baharlar devşirilir; bir sonsuzluk mevsiminde dalgalanır esilir. “Yüceler/ Çiçekler”, kalplerde yeşillenip seçilir dillenir. “Hep O Besteyle” neşvelenir, işlenilir…
2004 yılı aramızdan ayrılan Hakk dostu, güzide insan Muammer Tolasa’nın aziz hatırasına; muhiplerinden Mustafa Kahramanyol Beyefendinin bir yazısını sizlere sunuyorum:
…
Piyade Kıdemli Albay Muammer Tolasalı Hakkında
“Merhaba Doktor Bey!...” hitabını duyunca, başımı evraktan kaldırdım ki, bana gülümseyerek bakan, uzun boylu, ortadan ayrık olarak iki yana taranmış saçları ve kocaman kahverengi gözleri olan bir albay gördüm. Omuzlarına ve saçına hafiften kar serpilmişti. Alnının ortasında, hafiften gül pembesi renginde bir dalga fark edilebiliyordu. Ayağa kalkıp yer gösterdim…
1972 yılının sonlarından beri Genelkurmay Destek Kıtaları Baştabipliği’nde Tabib Üsteğmen rütbesi ile çalışıyordum. Bugün, yani Şubat 1973 ayının bu karlı gününde, mutadın aksine bana hitap eden birisi vardı karşımda. Bilenler bilir, Ordu mensubu hekimlere askerî rütbeleri ile hitap edilmek usûldendir; bizler ise, mensubu bulunduğumuz mesleğe itibar edilip ona göre hitap edilmek isterdik, bu duyguyu içimizde yaşatıp düzeni bozmuş olmamak için hiç dile getirmezdik; bu yüzden olacak, insan güzeli bu albayımın hitabı, ister istemez, beni sıradanlıktan çekip çıkarmıştı!...Gerçi fakir, mesleği kadar, ve muhakkak ki büyük bir aşkla üniformasına da itina ediyor ve âcizane omuzlarında beylerbeyi rütbesini taşırcasına bir iftihar duygusunu bütün haşmeti ile yüreğinde taşıyordu…Bu duygu, günümüzde solmağa yüz tutmuşa benzeyen bahadırlık ruhunun fasıllarından birisidir ve albayımla birden bire imtizaç edişimizin de sebebi olmuştu; biz o subaylardandık ki, görevde ve uykuda dahî aslî rütbemizin haddini bilirken, maneviyatta, elhak, birer başkomutan sorumluluğunu omuzlarımızda hissederdik! Çok kimseyi de, bu bağlamda kolay, kolay beğenmezdik!...
Zamanla, albayımla daha sık görüşür olduk; Muammer Tolasalı albayım kısa bir süre sonra fakiri ve ailesini evine dâvet etti ve araya da fazla zaman koymadan ailesi ile fakirhaneyi teşrif eyledi. Mualla ablamızı, o dost yüreği, böylece tanımış olduk. O gün, bu gün, Mualla ablamız her türlü nazımızı çeker, aklımıza düştüğünü bilmişçesine müstesna yemekler pişirir, hep farklı bir yerde bulunduğumuzu belli eder. O zamanlar, Tolasalılar Ankara’nın Bahçelievler semtindeki 21. sokakta otururlardı; çocukları Yeşilay, Nuray ve Biray ya çalışıyor veya okuyorlardı.
Fakir, daha o zamanlar, karargâhta göbekli subay çokluğunun doğurduğu korkudan ötürü perhiz gayretine girmiş, öğlen vakitleri MSB’nın bitişiğimizdeki aşevine gitmez olmuştum; evden getirdiğim bir bükme ile idare ederdim. Bu yüzden de öğlen tatilinde boş vaktim olurdu. Zamanla, Muammer Albayım öğlen vakitlerinde fakirin odasını teşrifen sohbete gelir oldu. Onun görev yaptığı Harekât Başkanlığı’na çıkılamazdı zîra… Bu sohbetler, derin bir sevgi ortamı içinde geçerdi; Albayım, muhatabı olan genç üsteğmeni kendi seviyesine çıkarma lütfunda bulunur, bunu çok itinalı olarak yapardı; hitapları çoğunlukla artık “Mustafam” olmuştu. Sohbetlerin çoğu askerliğin kutsallığı, bahadırlık, musiki, memleket ve askerlik hâtıraları, iman veya Mevlâna üzerine olurdu. Albayım’ın musikişinaslığını bu sıralarda öğrenmiş oldum. Albayım, daha sora beni, bir başka dostu olan Öğretmen Binbaşı Gündoğdu Duran ile tanıştırdı. Derken, Gündoğdu Bey’in tamburunun eşliğinde, öğlen vakitleri fakirin odasında fasıl icra edilir oldu. Bir zaman sonra, Diş Hekimi Binbaşı Orhan Aydın da bize katıldı. Buranın askerî yer olması sebebiyle, baştabibimiz merhum Ethem Girgin Albayım’a faslımız konusunda usûlen bilgi verdiğimizde, lâtife yollu olarak, “kardeşim, silsile-i meratibi bozuyorsunuz, ne o öyle, albaylar, binbaşılar, yüzbaşılar, üsteğmenler bir arada şarkı söylemek mi olurmuş, ben duymamış olayım” diye takılmıştı. Böylesine takıldı ama, bâzen, faslımızı dinlemeğe de gelir oldu.
Fasıllarımızın açılışı, güftesi de, bestesi de Gündoğdu Bey’e ait olan “İndi bahar Ankara’nın sisli yamaçlarına” mısrası ile başlayan meşhur şarkı ile başlar, ya arzuya göre eserden esere atlar veya belirli bir sıra dahilinde makamdan makama geçerdik. “Âşıklara Hüzzam, evlilere Hicaz” deyimini de orada öğrendim. Nadiren de, yine güftesi ve bestesi Gündoğdu Bey’e ait olan şu şarkı da okunurdu: “Her gülüş bir ümit, bir güzel heves; Neşelerin çağlar hangi baharda; Parçalar göğsümü aldığım nefes”. Bu şarkı okunurken ortalığa bir türlü bulut çöker, herkes kendi payını alırdı gibime gelirdi! Faslın ana şahsiyeti, elbette ki, Muammer Albayım olurdu; saz âletine ihtiyaç duymadan icra edebilen birisi elbette ki heyeti sürükleyecekti! Albayımın mükemmel bir tenor sesi vardı; daha sonraki yıllarda, KBB hocası olduğum zaman, merakımdan ses tellerini muayene etmiştim de, gırtlağının bir bütün olarak güzel yapısının yanında, uzun, kalın ve güçlü bu tellerin yapısı karşısında hayran olmuştum. Gündoğdu Bey, uduna bir sevdiğine sarılır gibi sarılarak çalar ve biraz gamlı sesi ile icra ederdi. İcra ederken de kıvırcık ve dalgalı saçlarının uçlarından terlerdi. Orhan Ağabey, bir amatör sıfatı ile iyi bir icracı sayılırdı. Fakire gelince, susmam söylemden iyi sayılır; ama söylemeyip de söyler gibi yapınca sesim kalabalıkta kaybolduğundan faslın havası bozulmuyordu. O yüzden de, o zamandan beri, icradaki sakarlığımı örtbas etmek için, kendimi “iyi bir dinleyici” diye vasıflandırır olmuşumdur! Bu da bir mertebedir yani! Muammer Albayım, “Gülşende yine âh-u enîn eyledi bülbül”, “Karlı dağı aştım geldim”, “Asker oldum piyade”, “Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır” ve “Kalplerden dudaklara yükselen sesi dinle” adlı şarkıları sıkça okurdu. Sonuncusu, kalbimdeki hâtırası gibi, hep dilimdedir; hele radyo dinliyorsam, bâzen tevafuk olur ve bu şarkının söyleneceğini peşinen biliveririm…Bu müstesna sesi kaydedebilmek için 1974 yılında bir kayıt cihazı almış olduğuma her zaman şükretmişimdir; iki adet ses kaseti içerisindeki şarkılarla albay ağabeyimin hâtırası capcanlı olarak durmaktadır.
Yıllar sonra, Muammer Ağabey, fakiri Arif Biçer, Ergun Balcı ve Ahmet Hatipoğlu gibi dostları ile tanıştırdı ve fasıllarına götürdü.
Derken, Muammer Albayım emekli oldu ve Konya’ya göçtü. Aslında O, manevî dünyasında hep Konya’da yaşardı. İlginçtir, Mualla Ablamız da öyle idi. Esasen, bu çift, herkesi imrendirecek bir sevgi ve uyum içinde idi; her şeyleri örtüşüyordu!...Bir de, Allah onlara hayırlı çocuklar ve damatlar vermişti; Yusuf Ciritli, Sadrettin Özçimi ve Bâki Kandilci Beyler daima iftiharımız oldular. Tolasalar’ın Konya’ ya gidişinden sonra, bizim taraftan ailece Meram’a gidilir ve her ziyarette de musikiye doyulup öyle dönülür oldu.
Albay Tolasa, örnek bir Türk Subayı olarak, çok çalışkan, becerikli ve disiplinli idi. Bu yüzden de, emekli olduktan sonra, gözünü kırpmadan, Mualla Hanım yanında olarak, 304 Pejo arabası ile kara yolundan Hacca gitti ve yol boyunca lâzım gelen bütün ziyaretleri ifa ederek memlekete döndü. Albayımın arabasının güzelliği ve gücü bir efsane idi. Zaten her işi de öyle idi!
Nihayet, uzun yıllar hayâlini kurduğu camisini ata toprağında yaptırma mutluluğunu da yaşadı. Bu vesile ile, dostları memleketin her tarafından kalkıp geldiler; Meram’daki ev bir canlar mahşerine dönmüştü!...Manevî mânada, bu mahşer berdevamdır; evvel giden ahbaba selâm olsun erenler! Ruhu şâd olsun ve Allah rahmet eylesin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.