Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Güzelleşiyoruz

Güzelleşiyoruz

Tuhaf estetiklerle kendilerini yazan çizen(!) insanlar çıkıyor karşımıza bazen.

Gözlerinin içine dövme yaptıranlar, filanca ünlü kişiye, hatta sanal kahramanlara kendilerini benzetmeye çalışanlar, özellikle yüze türlü müdahaleler.

Zaruretler dışında, böyle derece derece doğal yapıya âdeta açılan savaşlar.

Karşı tarafa ‘çirkin, itici ve belki anormal’ gelse de, yenilikçi kişinin gözünde güzellik hezeyanları, zanları.

Fabrikasyon simalar, şahsiyeti yok eden aynı benzer hatlar, tek tip yüzler.

Herkeste aynı burun, kaş, ağız modeli, aynı kafa yapısı hatta. En küçük bir düzeltme(!) işleminde, zincirleme bir dizi oyna(t)ma gerekiyormuş oysa.

Tepeden tırnağa makyajlar. Fiziki görünümü gayet düzgün insanlarda dahi estetik uyarlamaları.

Yaratılışı beğenmeme. Mütemadiyen yüz çizme.

İçte kaç yüz vardır kim bilir? Aynada; her gün baskın çıkan biri, gözükmek isteyebilir. Saat saate uymadığı için, devamlı yüz ayarlamaları(!) gerekebilir.

Bazen bakıyoruz resmen güzelleştirme değil çirkinleştirme çabaları.

İnsan bu zulmü, eziyeti kendine yapar mı; takıntılar mı tatminsizlikleri, doyumsuzluklar mı takıntıları doğurur soruları?

Sadece yabancılarda değil, bizlerde de estetik bağımlıları, kurbanları…

Oysa daha beterlerini, ilk bakışta eseri görülmeyen ruhsal cephede yapıyoruz.

Her gün, her an artan sürelerde yalan, nefret, dedikodu, şiddet eklemeleri, hayvanilik özentileri, şirk güzellemeleri az çirkinleştirme değil mi?

Eylemlerimiz, bir surete bürünseydi, tecessüm etseydi neler görürdük acaba?

Ya da sîretimiz; çehremize yansısaydı, ters taraftan bir güzellik ameliyatı yapılsaydı, nelere şahit kalırdık.

İstikamet duygusunu kaybetmiş, hep “dışla” uğraşan nasıl bir gözdür.

Olgu, neyi gördüğümüz veya göremediğimiz sorununu da akla getiriyor. Kendimizi neye dönüştürdüğümüz ve dönüştüreceğimiz meselesini de.

Gerçek “Varlık” sahibini ve varlığımızın gerçek “Sahibini” unutmuş; herhalde bedeni güzelleştirme adına, ruhu kirletiyor, çirkinleştiriyoruz.

Bir Müslüman, bir insan olarak, eğer samimiyetle inanıyorsak, öteki dünyada nasıl görünürdük. İmanımız neye benzerdi?

Çekilmiş toplanmış derilerimizin şehadeti, hizaya sokulmuş yapay usullerle çekidüzen(!) verilmiş uzuvlarımızın tanıklığı dehşet âlemine mi, ülfet muhabbet âlemine mi çekerdi bizi.

Kaşları yukarı kaldırmıştık, organları bir kalıba hizaya sokmuştuk; ihtiyarlığı çirkinliği türlü yöntemlerle bir nebze önlemiş, geciktirmiştik ama azgın suçlar için ne yapmış, ne tedbirler almıştık.

Gün(ahları) ortadan kaldırmış mıydık? Yoksa onlar yeterince çirkin değil miydi?

Gövdeye gösterilen önemi özeni, kalbimize de göstermiş miydik?

Göze dövme yaptıran kız, gerçek gözünü açacak neler yapmıştı.

Ruhî zafiyetlerimiz, defolu yönlerimiz yansısa, kim düzeltecekti bunları?

Mesele asıl çirkinliğin farkına varmamak ya da pek az şey yapmak.

İçimiz belki de lağım kuyusu. Altın kapak örtmek sorunu çözer mi?

Bir idrak problemi var muhakkak.

Asıl biçim verilip, güzelleştirilecek ruhtur hâlbuki.

Alnımızı ak edecek olan halis imanın yüzüdür tabii.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi