Göğe karşı
Dinî millî kıymetlerimizi, hassasiyet ve inceliklerimizi kaybediyoruz.
Özellikle siyasilerin, nüfuz sahiplerinin dilinden herhangi bir işi, muratlarını gerçekleştirme yolunda; “Ne pahasına olursa olsun yapacağız, kimse engelleyemeyecek” misullü sözler dökülüyor mesela.
Şaşırtıcıdır, İslâmi öncelikleri olan kimselerin, daha dikkatli olması gerekirken, alabildiğine bir fütursuzluk, müstağni kalma durumu. Makam ve mevkiin getirdiği güç, sarhoşluk âdeta.
Sanki ebedî olarak mülkün sahibiymişiz gibi; bütün fanilerin her konudaki muhtaçlığını, sayısız ihtiyaçlarımızı unutma hâli. Kimseyi dinlememe, bildiğini okuma.
Bir ısrar, devasa bir inat, kör bir özgüven.
Aynı hamle kuvvetini(!) direnci, söz gelişi Türkiye’nin hayatî meselelerini çözmede, israfı önlemede, cehaletle terörle mücadelede; bilime sanata eğitim, sanayi ve teknolojiye dâir sahih, ciddi desteklerde, atılımlarda göremiyoruz mesela.
Eleştiri, her çeşit karşı görüşü bir küstahlık, hakaret, nefsine karşı en azından bir ayıp, yanlış görme ve sonra da çevreyi küçümseme; şahsa özel kuleleri mütemadiyen muhataba, göğe karşı yükseltme(!) vaziyeti hâkim oluyor sonuçta.
Faaliyetlerde işlerde; Allah’ın dilemesi, izin vermesi gibi ön düşünceler, çekinme ve muhabbet duygusu hatıra gelmiyor nedense.
Tek akıl, önünde durulamaz muktedir biricik GÜÇ. Belki de farkına varmaksızın “Egemenlik, kayıtsız şartsız Ben’imdir”; “Ben yazarım, ben çizerim” saplantısı.
Hâlbuki Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bile, konuyla ilgili ikaz edilmişti. Biz, üzerimize düşeni yaptıktan sonra, her işin ancak Yüce Allah’ın takdiriyle hayata geçeceğine inanırız.
Kafamızdan ne programlar, uzun vadeli planlar, emeller, ne dayalı döşeli mutena(!) hülyalar geçer de; düşte bile göremeyeceğimiz vakalarla, Tanrı vergileriyle, hesaplarla karşılaşırız.
Payımıza düşen nedir. Hissemizi, mutlak kudretimizle(!) ayarlayabiliyor muyuz? Hangi akla güvenirsiniz.
Bir an dünyayı biz idare ediyor gibi olsak ve buna kansak da; herhalde aldatılmanın en kötü türüdür. Şamar üstüne şamar yeriz de, yine anlamayız.
Dolayısıyla (gerçek, sanal) düşmanlarımız, uğraş(ma) alanları, tehditler(!) çoğalır. Öfke, gayz katlanır.
Her yer; dağ taş, insan, yolcu, partili pırtılı, hısım; tenkitleriyle, gözlüğüyle, işitmesiyle, sürüden ayrılan düşüncesiyle, “hasım” ve saldırgan, ikbalimize “engel”, arızalı durum, f(aktör) sayılır.
Asabımızı bozar, huzurumuzu kaçırır, acilen çevreden ayıklanması(!) susturulması icap eder. Ki borazanlar, kalp az(dıran)anlar muhiti kaplasın.
Nefsimize şifa(!) ve he(l)va(!) versin. Bizi siyahî sularla kutsasın, vaftiz eylesin.
İnşasında bizim de katkıda bulunduğumuz bir husumet ortamı, infialimiz böylece büyür. Biner suret suret üstüne; zahirin tam göbeğinde.
Her yerde imzanız, izleriniz, şekliniz şemailiniz. Ah! Siz Siz!
Bir adım, bir adım daha. Nereye gidilir, nasıl bir encam bekler. Bilinmez.
Sizin hayatla alâkalı katı çizgileriniz(!) resimleriniz, emirleriniz(!) öyledir böyledir belki.. pekiyi ya Allah’ın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.