E(şek)lik derseniz
Büyükler anlatır. “Eşeği önce Cennet’e götürmüşler ‘ai ai’ demiş. Cehenneme götürmüşler yine “ai ai” demiş. ‘ne cehennemden anlıyor, ne cennetten anlıyor, biz bunu nasıl mükafatlandıracağız ya da cezalandıracağız’ deyince, ‘bunun cezası üzerinde, eşekliğinde ayrıca ceza vermeye lüzum yok ki” buyurmuşlar.( Cemalnur Sargut, Dinle, Nefes Yay. Sh.39, 2008)
Hadise üzerinde muhtelif yorumlar yapabiliriz.
Mezkûr canlının güzel iri gözleri vardır. Ama her güzel göz, hakikati tefrik edemez.
Belki harice kesrete kilitlenen uzun kirpi(k)ler; tersine sivri bir yöneliş ve uzayışla göz içlerini de kapayıp delmiş, köreltmiştir.
Kararsızdır, Araf’tadır; geri dönme ihtimali yokken, son kertedeyken Cenneti ve Cehennemi seçemez.
İkisini de kıymetlendiremez; mevkiini tayin edemez. Şaşkınlık aymazlık içindedir. Çaresizce sağa sola çifte, nâra atar.
Cennet(Güzellik) hedefi bulunmaz. Güzelliğe eğilimi kaybolmuş yahut dumura uğramıştır.
Hayvancık bir hayret nidasıyla; önce “Aaa!” demiş ve alfabenin bütün harflerini sıralamış, gizli cümleler kurmuştur: “.İiii!”. Aİİ….. Böyle sürüp gider.
Aslında yeni bir alfabe yazılmaktadır, herkesin vaziyetine göre. Yalnız kulakları dikip, lisanı iyi kavramak icabeder.
Tabii; Hoca Nasreddin’in Timur huzurundaki, kitapları yalayıp yutmuş “bilgin eşeğini” de unutmamak gerekir.
Ve haksızlık etmeyelim; okuma yazma bilenin, kitap yüklü nâdanın hâli bir başkadır, hararetle tebrik etmek elzemdir.
Demek ki “eşek(lik), tarih boyunca vâki, bayağı meşhur popüler bir durumdur. Kurumlaşmış, bizi çağırıp durur.
Nitekim insanları sürüleştirmeye, haslığını yekliğini kaybettirip çiftleştirmeye çalışanlar; bu tür bir “at(a)lar yerinin, çiftliğinin” de peşinde ahıra sıpa merkep, haraya at koşturur.
Demokrasiden, hak hukuktan, özgürlük kuşunun “guguğundan” dem vurulur. Sonra envai çeşit semer, gem vurulur.
Derken günün anlam ve önemine binaen, bazı ekâbirler tarafından ona bir nal(pabuç) sunulur.
Lâkin “yüksek egemenlerin” de nal topladığı; -sözüm meclisten dışarı- acayip bir koleksiyon yapmak zorunda kaldığı olur.
Ki Cennet karşısında ancak “merkepler”; -taze bir eşeklik anısıyla- bet sesiyle anırabilir, girmek için şartlar hazırken, ayak direyebilir.
Derken bir mesel hatıra gelir: “Eşek ne anlar hoşaftan”. Bazılarımız koşar mutfağa, “suşi” hazırlamaya.
Bir bakıma eŞEK bize benzer. Tıpkı, yılan, ayı, köpek, kedi, maymun, bukalemun vb. gibi.
Günümüz insanı misali, kutsaldan, mânânın temsil ettiği değerlerden, ürktüğü reddettiği bir dünyanın karşısına çıkma biçiminden, doğruluğundan ürker.
Fakat şüphesi büyük olduğundan çekinmez de. Bir bakıma küçümseyip ötelediği “cahil cesaretiyle” hareket eder.
Şek, başlıca davalarımızdan biridir. Tanrı’ya karşı çıkışlarında da; insanlığından kuşkulanıp, esasen “İlahlığa” değil, “.şekliğe” göz diker.
Acaba huzursuz doyumsuz “Ai!” diye ünleyişi, şek(vâsı) gene bir hayıflanmanın yazıklanmanın eseri değil midir?
Fakat bir adım ileri gidersek; herhalde eşek “varlığı da” yoktur. Gördüğümüz, gölgeler suretlerdir.
Kulakları gibi burnu da havada, sınıf atlamaya hazırlanmış inkârcı bir “Süper Egoyla” karşılaşmış ve “Ç..” demişizdir.
Misalimizde, yeni bir olguyla(Cennet, Cehennem)karşı karşıya gelindiğinde; bir “anlamazlık”, idraksizlik durumu vardır.
Her ikisiyle karşılaştığında da aynı nida, benzer tavırla tepki gösterilmiştir; sanki ikisi de denk ve eşitmiş gibi.
Ki bu eş tutma durumu; koyu tescilli bir âşığın, “Sevgili’nin her işini(kahrını da lütfunu da) hoş görmesi” , sadece O’nu tercihi gibi, sevdavî bir sonuç değildir.
Güzellikle çirkinlik gibi zıtların ihtiva ettiği anlam; kapsadığı saha ve tesir, işaretlediği yol ile sunduğu vaat elbette müsavi görülemez.
Velev ki aynı kefeye konsa bile bu “yasa’yı koyan” indindedir. Yüce Yaratıcı; kanunu nizamı şekillendirmiştir.
Ancak “O” Kudret sahibidir. Bize sadece şeraite uymak, tâbi olmak düşer.
Zaten “Öte Dünyaya”, Cennet/Cehennem önüne gelinceye kadar, hamlığını cehlini sürdürme durumu, ayrı bir irdeleme ve “şey” mevzuudur.
“Eş(ek)lik”e neyin eşlik veya refakat ettiğini, yanında kimin olduğunu sorabiliriz. Hamakat, gaflet, dalâlet…
Yahut arkadaşı(!) yani biz. Acaba kendi “.şekliğimize” de rehberlik eder miyiz?
Kim bilir belki de, (.şşeklik), benliğimizin en dibindeki tatlı, “cücük” kısmıdır, kökler derinlere uzanır. “Katır inadıyla”, onu yeşertip dışarı çıkartırız.
Heyhat! Bir yaradır. Ayrıca çağdaş ekimle, ehil ellerde, inanılmaz bir şekilde “cücüklük”, pastırma sucukluğa da inkılâp edebilir.
Derse –görev aşkıyla- devam ediyoruz:
İlâveten, yük taşıma kapasitesiyle meşhur hayvancığın, yükünün mahiyeti, ağırlığı önemlidir.
Canım belki de eşeğin yer beğenememesi; kendine ve karşılaştığı soruna(!) rol biçememekten ileri gelen bir densizlik, kendini ve haddini bilmezliktir.
Değerlendirme ya da uzman hatası da olabilir. Çünkü malûm bazı bilimsel uzmanlar /organlar için her şey görecelidir.
Cennet ya da Cehennem gibi bir vakıa yoktur. Mesele bizim sa(n)rılarımızda, hayalle gerçeği karıştırmamızdadır.
Bir kavle göre de “Sen hep e(şekte)/eşikte kal!” demekte; hayvanlığımızla bâkî eylemsiz ve tereddüt içinde kalmayı önermektedir.
Zaten yazara göre, Cennet/Cehennem vakıası karşısında “hayvan” da bulunmaz.
Eli kalem, odun, oklava, tıraş sabunu vs. tutan herhangi bir hayal, nesne, gölge, ya da baloncuk bizi meşgul edip; köpükleriyle “dedi-kodu”, “vıdı-vıdı”, “mış-muş”, “gibi/gidi” namevcut kafamızı şişirebilir.
Gerimizde ise, bir tutam samanla; ottan koca bir dünya beklemektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.