DUŞ--
Egemen, egosunu yarıştırıp, bir bataklık çizgisini aşan kendini bir nevî Tanrı gibi görür herhalde. Ruhunu başta ahlâk, insanî bir yasayla, yaptırımla, beşerî bir vicdan basıncıyla çevrili hissetmez.
Zulmün ve şerde bir kademe daha ilerlemenin, hunharlığın akıl almaz sevinci, lezzeti olsa gerek. Güzellik gibi çirkinliğin de dayanılmaz bir çağrısı ve cazibesi bulunur, özellikle temyiz duygusunu yitirdikten sonra.
Afganistan'daki dört Amerikalı piyadenin, öldürdükleri Taliban mensuplarının cesetlerini nasıl iğrenç bir şekilde kirlettiği hepinizin malûmu. Gülerek, “Duş gibi” diyordu biri.
Müslümanlara bir gözdağı daha. Nasılsa kimse “muzafferleri”, yükselen değerlerini(!) tutamaz. Hele ki Müslüman yandaşlar bulduktan sonra. Zalimin yanında yer almak, onun başarılarına(!) da ortak olmayı, göz yumup, pay kapmayı ge(rek)tiriyor.
Afganistan’daki pislik, ilk değil. Nice yürek ezici örnek gösterebiliriz. Mesela “Dünya Sağlık Teşkilatının verdiği bilgilere göre, 1.5 milyon sivilin katledildiği, 150 binden fazla kadının işkence edilip, tecavüze uğradığı Irak’ta”; eski bir Amerikalı askerin, yaşananlarla ilgili sözlerinden:
“Kimse bizim her gün orada neler yaptığımızı tahmin bile edemez. Hacıları nasıl ellerinin üstünde yürütüp, havlattığımızı kimse bilemez. Masum insanlar yakalanıp Ebu Gureybe atılmıştı. Bütün “hacılar”la adeta oyuncak gibi oynanıyordu. 15 yaşında bir kız vardı. Kız bir asker tarafından her bir askere 50 dolara satılıyordu. Kendisini asarak intihar etmeden önce her gün 10 kez tecavüze uğruyordu.”
…
Çok daha acı, vahim olansa İslâmî algımızın oldukça değişmesi, çarp(ıt)ılmasıdır. Basit bir örnek verelim. Yapılan araştırmalara göre, televizyon kanallarında en çok cinsellik kokan sahnelere itibar ediyoruz ve biz dini bütün(!) Türklerin bu rağbetinden dolayı her diziye böylesi eklemeler yapılıyor. Şikâyetçi izleyiciler, geçerli ve etkili tepkileri ortaya koyamıyor. Bu olgu da kuşkusuz kötülüğe alışmayı, dikkate almamayı, kalbî bir nasırlaşmayı meydana çıkarıyor.
Medyanın şiddete tapıcılığı; ekranlardan sokağa, gözlerden gönüllere taşan, yerleşen hücum, zulüm. Daha sonra da tam bir ikiyüzlülükle mesuliyetimizi, hissemizi, çalınmış inancımızı inkâr ederek; toplumda gitgide yayılan, kadına erkeğe yönelik her tür şiddetten yakınmamız…
Türkiye dışından, yürek yakan bir Libya misali var. 70 yaşındaki liderini, işkenceyle, cinsî saldırıda bulunarak, tekbir sesleriyle öldürmek; üstelik İstanbul’a geldikten sonra, cep telefonu kayıtlarını gazetecilere, “İşte onlar bizlerdik” diye övünerek, yani tıpkı benzer örneklerdeki, çapulcu güruhun yaptığı gibi bir teşhiri, gövde gösterisini, linç severliği böbürlenerek, marifetmiş gibi sergilemek.
Can, din, insan haysiyeti gibi kavram ve kelimeleri hiçe saymak, bağıra bastıra aşağılamak. Bir cep telefonuna liderini satmak. Libyalı muhaliflerin hediyeleri arasında, Amerikalılar tarafından verilen cep telefonları da vardı. Müslüman-Haçlı bir seviye birleşmesi, eşitlenmesi, necaset yarışı; izahı kolayca mümkün bir durum mudur?
Arap muhalifler kışkırtılır, beslenir. Ondan sonra da rezil görüntülere bütün dünyaca dört elle sarılınır. Ve haricî güçler, düzenleyip kışkırttıkları bu çirkin sahneler vesilesiyle bir kere daha İslâm aleyhtarı yayınlara başlar; cehaletimizi barbarlığımızı vurgular, alay eder, bizi maymuna çevirir.
Böylece “İleri Demokrasi”, İlâhi hüküm ve insanlık ilkelerine karşı, galip getirilir.
Hangi (…izm), Hangi Demokrasi” kadar, hiç şüphesiz “Hangi Müslümanlık?” sorusu da irdelenmelidir.
Baş sağlığı: Türk Dünyasının büyük lideri Rauf Denktaş’ı kaybettik. Türk Milletinin başı sağ olsun. Allah’tan rahmet diliyorum.
Not: Değerli Şair ve Yazar Abdurrahim Karakoç’a acil şifalar diliyorum.
Zulmün ve şerde bir kademe daha ilerlemenin, hunharlığın akıl almaz sevinci, lezzeti olsa gerek. Güzellik gibi çirkinliğin de dayanılmaz bir çağrısı ve cazibesi bulunur, özellikle temyiz duygusunu yitirdikten sonra.
Afganistan'daki dört Amerikalı piyadenin, öldürdükleri Taliban mensuplarının cesetlerini nasıl iğrenç bir şekilde kirlettiği hepinizin malûmu. Gülerek, “Duş gibi” diyordu biri.
Müslümanlara bir gözdağı daha. Nasılsa kimse “muzafferleri”, yükselen değerlerini(!) tutamaz. Hele ki Müslüman yandaşlar bulduktan sonra. Zalimin yanında yer almak, onun başarılarına(!) da ortak olmayı, göz yumup, pay kapmayı ge(rek)tiriyor.
Afganistan’daki pislik, ilk değil. Nice yürek ezici örnek gösterebiliriz. Mesela “Dünya Sağlık Teşkilatının verdiği bilgilere göre, 1.5 milyon sivilin katledildiği, 150 binden fazla kadının işkence edilip, tecavüze uğradığı Irak’ta”; eski bir Amerikalı askerin, yaşananlarla ilgili sözlerinden:
“Kimse bizim her gün orada neler yaptığımızı tahmin bile edemez. Hacıları nasıl ellerinin üstünde yürütüp, havlattığımızı kimse bilemez. Masum insanlar yakalanıp Ebu Gureybe atılmıştı. Bütün “hacılar”la adeta oyuncak gibi oynanıyordu. 15 yaşında bir kız vardı. Kız bir asker tarafından her bir askere 50 dolara satılıyordu. Kendisini asarak intihar etmeden önce her gün 10 kez tecavüze uğruyordu.”
…
Çok daha acı, vahim olansa İslâmî algımızın oldukça değişmesi, çarp(ıt)ılmasıdır. Basit bir örnek verelim. Yapılan araştırmalara göre, televizyon kanallarında en çok cinsellik kokan sahnelere itibar ediyoruz ve biz dini bütün(!) Türklerin bu rağbetinden dolayı her diziye böylesi eklemeler yapılıyor. Şikâyetçi izleyiciler, geçerli ve etkili tepkileri ortaya koyamıyor. Bu olgu da kuşkusuz kötülüğe alışmayı, dikkate almamayı, kalbî bir nasırlaşmayı meydana çıkarıyor.
Medyanın şiddete tapıcılığı; ekranlardan sokağa, gözlerden gönüllere taşan, yerleşen hücum, zulüm. Daha sonra da tam bir ikiyüzlülükle mesuliyetimizi, hissemizi, çalınmış inancımızı inkâr ederek; toplumda gitgide yayılan, kadına erkeğe yönelik her tür şiddetten yakınmamız…
Türkiye dışından, yürek yakan bir Libya misali var. 70 yaşındaki liderini, işkenceyle, cinsî saldırıda bulunarak, tekbir sesleriyle öldürmek; üstelik İstanbul’a geldikten sonra, cep telefonu kayıtlarını gazetecilere, “İşte onlar bizlerdik” diye övünerek, yani tıpkı benzer örneklerdeki, çapulcu güruhun yaptığı gibi bir teşhiri, gövde gösterisini, linç severliği böbürlenerek, marifetmiş gibi sergilemek.
Can, din, insan haysiyeti gibi kavram ve kelimeleri hiçe saymak, bağıra bastıra aşağılamak. Bir cep telefonuna liderini satmak. Libyalı muhaliflerin hediyeleri arasında, Amerikalılar tarafından verilen cep telefonları da vardı. Müslüman-Haçlı bir seviye birleşmesi, eşitlenmesi, necaset yarışı; izahı kolayca mümkün bir durum mudur?
Arap muhalifler kışkırtılır, beslenir. Ondan sonra da rezil görüntülere bütün dünyaca dört elle sarılınır. Ve haricî güçler, düzenleyip kışkırttıkları bu çirkin sahneler vesilesiyle bir kere daha İslâm aleyhtarı yayınlara başlar; cehaletimizi barbarlığımızı vurgular, alay eder, bizi maymuna çevirir.
Böylece “İleri Demokrasi”, İlâhi hüküm ve insanlık ilkelerine karşı, galip getirilir.
Hangi (…izm), Hangi Demokrasi” kadar, hiç şüphesiz “Hangi Müslümanlık?” sorusu da irdelenmelidir.
Baş sağlığı: Türk Dünyasının büyük lideri Rauf Denktaş’ı kaybettik. Türk Milletinin başı sağ olsun. Allah’tan rahmet diliyorum.
Not: Değerli Şair ve Yazar Abdurrahim Karakoç’a acil şifalar diliyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.