Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Dünya için

Dünya için

Nasılsa içine düşmüşüz, ders ve ibret aldığımız da pek yok.

Hepimizin içinde yuvarlandığı bu kafese dâir, âkil kişilerden tefekküre davet eden birkaç yorum. Bir teneffüs yazısı:

Hz. Mevlâna’nın sevgili oğlu Hazreti Sultan Veled, yüzyıllar ötesinden bizlere sesleniyor:

“Senin bu dünyanın güzellerinden, sevgililerinden nasibin, uykuda gördüğün ve tatlı rüyalardan aldığından daha fazla değildir. Eğer bir rüyada bir şey yesen, hakikaten onu yememişsindir, bir şey giysen, giymemişsindir. Eğer merkepler yükü altınlar ele geçirsen, yine müflissin. Rüyada sevinç ve keder, padişahlık ve bekçilik birdir. Bir mal eline geçerse, sevinirsin ve bir kimseyle kavga edersen, uyandığın zaman başına gelen bu iki hali gözünün önüne getirir de: “Ben ne ahmak adammışım! Ben ne yaptım da bu aslı olmayan şeylerle kendimi aldattım?’ diye sen de başına gelen bu iki hale gülersin. Bu dünya ile meşgul olan bir kimse, hava ‘bad’ ve dünyadan fariğ olan ise bade içer. Çünkü ‘Tanrı kime yol gösterirse o kimse yol bulur.’(Kur’an, Sûre:7, Âyet: 177) buyrulmuştur. Dünyayı rüyaya, uykuya benzetirler. Yalnız aradaki fark şudur: Uyku hissîdir. Dünyada uyanıklık ve dünya işleri ise gaflet uykusudur. Bu gaflet uykusu, bizim o gece uykusundan daha ağırdır. Çünkü bu hissî uykudan insan bir sesle, bir hareket ve korku ve bir darbe ile uyanır. Fakat bu gaflet uykusundan asırlardan beri, peygamberler birbiri peşinden geliyorlar, bu kadar vaadler ve vaidler de bulunurlar, velilerin boğazları bağırmaktan ağrıyor ve daima: ‘Ey gafiller! Siz bu ormanda, bu yırtıcı kurtlar arasında niçin hiç korkmadan uyuyorsunuz? Uyanınız! Bu kalın ormandan, bu gaddar dünyadan kalkıp gidiniz. Dar-ül karar olan dünyaya koşunuz’ diye bağırdıkları halde, hiç kimse bu ağır uykudan uyanmıyor.” (Sultan Veled, Maârif, Çev: Meliha Ülker Tarıkâhya, Ataç Yayınevi, 2009, sf. 234-235)

İran ve İslâm dünyasının önemli şahsiyetlerinden Feridüddin Attar Hazretlerine kulak verelim:

“Dünyâ, insanın nazarında güzel görünür. Lâkin ânın zehrinden rûha korku ve havf vardır. Mârın(yılanın) zehrinden havf olduğu gibi.

Bu mâr-ı münakkaşa(nakışlı, işlemeli yılan) teşbih olan dünyanın zehri kâtildir. Her kimse ki ‘âkıldır’ ondan uzak olur. (Pendnâme-i Attâr Şerhi, Mehmed Murad Nakşibendi, haz: Muhammet Altaytaş, Emir Hüseyin Yiğit, Büyüyen Ay, 2012, sf. 60)

Türk-İslâm edebiyatının ilk eserlerinden biri olan Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig’inde (Mutluluk Bilgisi) dünyadan şöyle bahsedilir:

“Edindiğim bilgilere göre, bu dönek dünyanın huyunu açıklayayım. Bu yaşlı dünya, vefasız ve dönektir. Tavırları bir genç kız gibi çekicidir. Ancak dikkatle incelersen, cadı gibi olduğunu görürsün. Ara sıra genç kız gibi görünür, kendini sevdirir. Tutmaya kalkışırsan el vermez. Seveni sevmez. Sevenden geyik gibi kaçar. Kaçana sarılır, ayağına kapanır. Bir ara süslenir, peşine düşer. Bir ara sana göz ucuyla bakar, nazlanır. Ne kadar yakalamak istersen iste bir türlü yakalayamazsın. Bu dünya, bu yüzden pek çok beyleri ihtiyarlattı. Ama kendisi bir türlü ihtiyarlamadı. Nice beyler göçtü gitti, yine de onun sözü kesilmedi.” (Haz: Yaşar Çağbayır, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2011, sf. 10)

Günümüzden bir isim, dikkate değer bazı tespitlerde bulunur, dünya içindeki dünyalara, modern gaflete değinir. Henry Bayman, “Lâ Mekâna Yolculuk(Sufilerin Açık Sırları)” isimli kitabında yazıyor:

“Geleneksel olarak kâinat ve içindeki her şey ‘Ayet’ -ötesinde bulunan bir şeyi gösteren şey- olarak kabul edilir.(...)

“teknoloji medeniyeti haline gelirken insanoğlu kendisini tabiattan ve dolayısıyla da bu işaretlerden uzaklaştırdı. Dünya zaten bir perde idi, insanoğlu ikinci bir perde daha oluşturmuş oldu.

Fakat bu yeterli olmadı. (…) post-modern düşüncenin kabul ettiği gibi, teknolojinin sağladığı sun’i bir koza içinde sun’î dünyalar oluşturduk. Disneyworld böyle bir yapıdır; tropik unsurlardan Amerika’nın Main Caddesi’ne kadar her şeyi içeren sun’i bir mikro kozmos! Fakat iş daha da ileri gitmektedir. Disneyworld’un eski kentlerini ziyaret boyutunu da aştık ve her türlü ortamı siber âleme taşıyıverdik.

Böylece, zaten tabiat perdesi yeterince kafa karıştırmıyormuş gibi, insanoğlu sun’î perde üzerinde başka perdeler ekledi; en sonunda şu andaki boyutuyla o, labirentin dışına açılan bütün yolların izlerini kaybetti. Gerçekte o, içinde bulunduğu durumu bir labirent olarak algılamayı da başaramamaktadır.” (Çev: İbrahim Görener, İnsan Yayınları, 2012, sf. 52)

Asırlar geçse de değişmeyen ve de ağırlaşan problem, değişik ağızlardan dile geldi.

Olmak daima olmak, işte bütün meselemiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi