Dır Dir Cek Cak
“Büyük Sürüngenler ve Sömürgenler Çağı’nda”; üst üste, derin bir üzüntüye gark olduğumuz, haysiyetimizin kırıldığı olaylar. Kara bir zincir gibi… PKK terörüne 10 haftada 38 şehit verdik. Madencilik şehitleri ortada. En son “Mavi Marmara Gemisi” gönüllerinin hazin akıbeti. İktisadî durumun vahametiniyse en iyi halkımız bilir herhalde. Sayılamaz daha niceleri…
Sert, şiddetli, muktedir sözler. Yönlendirmeye dönük, yüksek perdeden, kınalayıcı, sloganvari lâflar. Had bildirmeler, karanlığı dövmeler, suya yumruklar, havaya sövmeler, okşayıcı ama içi boş hikâyeler, milletin kesesinden gani vaatler, papağanca söylemler:
“-Dir”, “-dır”, “ dır dır”…
“-Cek”, “-Cak”; “cak cak!
“-Ceğiz”… “-cağız”… “-Mayız”; “-meyiz”. Efe miyiz neyiz?
Bu demeçlerden, fakat el altından yürütülen işbirliği, anlaşma ve dayanışmalardan; iç-dış politika zafiyetini örttüğünü sanan gıdaklamalar ve horozlanmalardan sıkıldık artık.
Ve yine ikide bir ortaya atılan, “İsrail dünya kamuoyunda gittikçe yalnızlaşıyormuş” teranesi. ABD’nin “Haçlı seferine” çağırdığı, uzun zamandır terör bahanesiyle, demokrasi havariliğiyle saldırı ve tecavüzleri yaygınlaştırdığı, Avrupa katkısını (İngiltere, Fransa, Almanya vs.) her zaman elde edebildiği bir dönemde, bu yalnızlaşmanın da sözde kalacağı açıktır. Nitekim ABD yönetiminin son beyanları ortadadır.
“İsrail’in (gerçekten) yalnızlaştırılması” demek, onu palazlandıranların zihniyeti ve siyasetinin değişmesi; en azından bir farkındalık, özeleştiri ihtiyacının hissedilmesi, buna paralel bir hareket tarzıyla mümkün olabilir belki. Hâlbuki “terörü” kullanan ülkelerin en başında ve hamisi durumunda ABD gelmektedir.
Bush ve esasen takipçisi Obama’nın politikalarının devamlılığı, nihaî düşmanın “İslâm” olduğu; Batılılarca nahoş karşılanan bir mirastan ötürü (Osmanlılıktan, Türklükten) hazzedilmediği gerçeği değişmemektedir. İlkeler, adalet, özgürlük, insan hakları, hukuk kavramları, belli hedeflere ulaşmak için çarpıtılarak kullanılır ama -hakikî anlamlarıyla- işletilmez.
Dolayısıyla İsrail gibi, insanlık karası maşalara da destek sürecektir.
Yazar Amin Maalouf’un tespitleri zihin açıcıdır:
“..ABD başkanının duyarlılığı ya da siyasal inançları ne olursa olsun, ABD dünya üstündeki etkisini artık yumuşatamaz; ne başta petrol olmak üzere ekonomisi için vazgeçilmez olan kaynakların denetimini yitirebilir, ne ona zarar vermek isteyen güçlerin özgürce hareket etmelerine izin verebilir; ne de günün birinde onun üstünlüğünü yadsıyabilecek düşman güçlerin ortaya çıkışını hiçbir şey yapmadan izleyebilir. Dünya sorunlarını yakından ve güç kullanarak yönetmekten vazgeçerse, büyük olasılıkla zayıflamaya ve yoksullaşmaya başlar.” (Çivisi Çıkmış Dünya, sh. 39, YKY)
Maalouf tahlilinde, “Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin, dünya çapındaki yetki rolüne soyunduktan sonra”, “onun değer sistemi evrensel ilke haline geldi, ordusu küresel güvenlik gücüne dönüştü, müttefikleri bağımlı, düşmanlarıysa kanun kaçağı oldu” tespitini yapmaktadır.
“Bu, tarihte daha önce eşine rastlanmayan bir durum. Geçmişte de, en güçlü oldukları dönemde, üstünlük elde etmiş güçler olmuştu tabii ki” diyen Yazar “Roma, İspanyol, Britanya” gibi imparatorlukları sayar arada.
“Ama hiçbiri, istediğinde dünyanın her yerine müdahale etmesini sağlayacak ya da düşman güçlerin ortaya çıkmasına engel olacak teknik olanaklara sahip değildi” (Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya, sh. 69, YKY)
Devran, çark nasıl dönerse dönsün.. mesele, dünyayı zapt etmeye çalışan zorba güçlere karşı, dinî millî değerlerimizin de icap ettirdiği “iyi insan olma” gayesini, asil şuurlu bir direnişi ve yükselişi, ülkümüzü kararlılıkla sürdürebilecek miyiz; yoksa kayıtsız şartsız bir teslimiyetle, gözümüzü kapatıp, lafazanlıkla, kuru tesellilerle, maskeli zirvelerle, “değişim, tarih yazımı” gibi oyunlarla, birbirimizi mi aldatacağımızdır.
Dava; acziyetten, sürüleşme küreselleşme belâsından, varlığımızın ve istiklâlimizin yok oluş tehlikesinden nasıl kurtulacağımızdır. Bekâmızdır.
Bu da yapma ve oyuncak liderlerle, pilli bebek güruhuyla değil, “hakikat ve maneviyat özünden” çıkmış ihlâslı kahramanlarla gerçekleşecektir.
Sert, şiddetli, muktedir sözler. Yönlendirmeye dönük, yüksek perdeden, kınalayıcı, sloganvari lâflar. Had bildirmeler, karanlığı dövmeler, suya yumruklar, havaya sövmeler, okşayıcı ama içi boş hikâyeler, milletin kesesinden gani vaatler, papağanca söylemler:
“-Dir”, “-dır”, “ dır dır”…
“-Cek”, “-Cak”; “cak cak!
“-Ceğiz”… “-cağız”… “-Mayız”; “-meyiz”. Efe miyiz neyiz?
Bu demeçlerden, fakat el altından yürütülen işbirliği, anlaşma ve dayanışmalardan; iç-dış politika zafiyetini örttüğünü sanan gıdaklamalar ve horozlanmalardan sıkıldık artık.
Ve yine ikide bir ortaya atılan, “İsrail dünya kamuoyunda gittikçe yalnızlaşıyormuş” teranesi. ABD’nin “Haçlı seferine” çağırdığı, uzun zamandır terör bahanesiyle, demokrasi havariliğiyle saldırı ve tecavüzleri yaygınlaştırdığı, Avrupa katkısını (İngiltere, Fransa, Almanya vs.) her zaman elde edebildiği bir dönemde, bu yalnızlaşmanın da sözde kalacağı açıktır. Nitekim ABD yönetiminin son beyanları ortadadır.
“İsrail’in (gerçekten) yalnızlaştırılması” demek, onu palazlandıranların zihniyeti ve siyasetinin değişmesi; en azından bir farkındalık, özeleştiri ihtiyacının hissedilmesi, buna paralel bir hareket tarzıyla mümkün olabilir belki. Hâlbuki “terörü” kullanan ülkelerin en başında ve hamisi durumunda ABD gelmektedir.
Bush ve esasen takipçisi Obama’nın politikalarının devamlılığı, nihaî düşmanın “İslâm” olduğu; Batılılarca nahoş karşılanan bir mirastan ötürü (Osmanlılıktan, Türklükten) hazzedilmediği gerçeği değişmemektedir. İlkeler, adalet, özgürlük, insan hakları, hukuk kavramları, belli hedeflere ulaşmak için çarpıtılarak kullanılır ama -hakikî anlamlarıyla- işletilmez.
Dolayısıyla İsrail gibi, insanlık karası maşalara da destek sürecektir.
Yazar Amin Maalouf’un tespitleri zihin açıcıdır:
“..ABD başkanının duyarlılığı ya da siyasal inançları ne olursa olsun, ABD dünya üstündeki etkisini artık yumuşatamaz; ne başta petrol olmak üzere ekonomisi için vazgeçilmez olan kaynakların denetimini yitirebilir, ne ona zarar vermek isteyen güçlerin özgürce hareket etmelerine izin verebilir; ne de günün birinde onun üstünlüğünü yadsıyabilecek düşman güçlerin ortaya çıkışını hiçbir şey yapmadan izleyebilir. Dünya sorunlarını yakından ve güç kullanarak yönetmekten vazgeçerse, büyük olasılıkla zayıflamaya ve yoksullaşmaya başlar.” (Çivisi Çıkmış Dünya, sh. 39, YKY)
Maalouf tahlilinde, “Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin, dünya çapındaki yetki rolüne soyunduktan sonra”, “onun değer sistemi evrensel ilke haline geldi, ordusu küresel güvenlik gücüne dönüştü, müttefikleri bağımlı, düşmanlarıysa kanun kaçağı oldu” tespitini yapmaktadır.
“Bu, tarihte daha önce eşine rastlanmayan bir durum. Geçmişte de, en güçlü oldukları dönemde, üstünlük elde etmiş güçler olmuştu tabii ki” diyen Yazar “Roma, İspanyol, Britanya” gibi imparatorlukları sayar arada.
“Ama hiçbiri, istediğinde dünyanın her yerine müdahale etmesini sağlayacak ya da düşman güçlerin ortaya çıkmasına engel olacak teknik olanaklara sahip değildi” (Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya, sh. 69, YKY)
Devran, çark nasıl dönerse dönsün.. mesele, dünyayı zapt etmeye çalışan zorba güçlere karşı, dinî millî değerlerimizin de icap ettirdiği “iyi insan olma” gayesini, asil şuurlu bir direnişi ve yükselişi, ülkümüzü kararlılıkla sürdürebilecek miyiz; yoksa kayıtsız şartsız bir teslimiyetle, gözümüzü kapatıp, lafazanlıkla, kuru tesellilerle, maskeli zirvelerle, “değişim, tarih yazımı” gibi oyunlarla, birbirimizi mi aldatacağımızdır.
Dava; acziyetten, sürüleşme küreselleşme belâsından, varlığımızın ve istiklâlimizin yok oluş tehlikesinden nasıl kurtulacağımızdır. Bekâmızdır.
Bu da yapma ve oyuncak liderlerle, pilli bebek güruhuyla değil, “hakikat ve maneviyat özünden” çıkmış ihlâslı kahramanlarla gerçekleşecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.