Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Dalga dalga

Dalga dalga

Yaş ilerleyip, seyrettikçe, geçmişe düşkünlük de göze çarpıyor. Seneler hızla aktıkça, tüllenmiş zamandan bazı kalanlar, artanlar insanın ilgisini (kendisini) çekiyor.

Özlemli bir tutulma mı bilemem.

Ama doğduğum, dolduğum yerlere derinden irtibatlıyım. Geçmişsiz, bağsız olmak istemedim hiç.

Mazi sesleri, kim(lik)ler bazen sizi çağırıp, varlıklarını gösteriyor.

 İnsan, hayat ve gidiş hakkında, yeni tecrübeleriniz ışığında bilgi veriyor, düşünceye sevk ediyor. Dolayısıyla bu hatırlatış bazen gerekli.

Yoksa kolayca unutur, dünya seline kendinizi kaptırırsınız. Tabii orada kalıp durmamak şartıyla.

 Çünkü bütün o kaybolmuştuk, geçicilik duygusu, uçuculuk; asıl zaman tecrübesini ve hakikati dile getirmekte.

Faniliğe mukabil; değişmeyenin ve Baki’nin hatırlanması. Her şeyin sonu.

Ya da belki tam aksi. Hayata veda zamanı yaklaşınca, emniyetli çocukluk çağlarına yakınlaşma. Güvenlidir çünkü aşılmıştır(!). Neticede bin bir duygu.

Bu hüzünlü gerçeğe, ruhî kaynaşmaya, s(ayıklamalara) rağmen,  tuhaf bir tat büyü de, eski günlere eşlik ediyor.

Silinmiş, muhtemelen de hiç bilinmeyecek izleriniz…

Mekânın içindeki ve dışındaki sizler.

Kokular, şarkılar, çıngıraklar, kapılar pencerelerdeki duraklardaki ziller; tersyüz ettiğiniz hadiseler, biçtiğiniz elbiseler…

Çıplak, ıssız, zaman dışı. Sihir, belki de ileri geri tarihlere yapılan kaçamaklardan doğuyor.

Sonra garip bir sevecenlik hissi. Dağa taşa toprağa verdiğiniz değer. Duyuların hassasiyeti.

Bütün o kaybolmuşlukda varacağınız, geleceğiniz noktayı da görüyorsunuz.

Tüm eşya gözden yavaş yavaş silinirken siz hayali, hayaletleri, bir gözü boşluğa bakanları, birbirine geçmiş yılları, vaktiyle pek hazzetmediğiniz insanları bile seviyorsunuz.

Yeni canlandırmalar, tasarımlarda; maziden taşınan ayak sesleri, isimler, yüzler, gölgeler, günün yorgun ben’ini de silip götürüyor.

Gelen dalgalar çarpıyor. Bazen kasıtlı geri dönüşler, tarihî(!) yolculuklar da gerçekleşiyor.

Hem içerde, hem dışarıda olmak. Zaman oyunları.

Kendi yerini keşfetmek. Oradan oraya geçerken/göçerken/ evrilirken hangi Ben, hangi akıl?

Bir tekâmül süreci varsa neredeyiz?

Sanki onlarca çocuk, insan var. O mekândan, zaman ötesinden besleniyor, süt içiyor.

Hicranlı ayrılıkları, bazı sevdiklerinizi hiç göremeyeceğinizi düşündüğünüzde, bir keder halkası sarsa da; daha ferah, ağırlıklarından kurtulmuş bir dünyada yaşadıklarını umuyorsunuz bazen. 

Ve bu hayal gitgide sizi sarıyor. Bazen “sözde” onlara karışıp, sınırları kaldırıyorsunuz.

Bu biraz kitaplardan, hayallerden ördüğünüz bir dünyada istediğimiz eklemeleri çıkarmaları yaptığınız, sofrayı donattığınız;  kapağı gökyüzüne, derin sulara attığınız, görkemli fütuhatlar yaptığınız bir âlem.

Hayat belki bir kelimeler hazinesi; olayları, hareket ve devinimi okumanız gereken; veya size seçenekler fırsatlar ve açılımlar sunan devasa muhteşem bir kelime /cümle/ yaprak olduğunu yeterince anlayamadığınız.

Her zaman becerikli olmasanız da oyun kurucusunuz ve kaçış yolları mükemmel oluyor.

Bir zaman dalgasıyla gezinip duruyorum.

Bile isteye dalgalanıyorum.

 Böylesi sarhoşluklar da güzel.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi