Bu yazı göze batmasın
Geçenlerde üst düzey bir diyanet yetkilisi, açıklamalarda bulunurken; “İstanbul’da cami çok, hiç biri dolmuyor söyleminin gerçeği yansıtmadığını belirtti.
“Milyonluk statların değil ama camilerin göze battığını” ifade etti.
Oysa mesele sayısal değil nitelikti. Her çeşit cemaatin, insanımızın teçhiziydi.
Uluslararası eğitim değerlendirme testinde 72 ülke arasında 50. sırada olmamız, öğrencilerimizin bilim, matematik ve okumada ortalamanın altında bulunması, benzer verilerin bir gerileyişi doğrulaması; özenle(!) bezenle yetiştirdiğimiz atama bekleyen öğretmenlerimize ‘başka işlere yönelin’ diye ilgili kişilerce ucube teklifler edilmesi; insan hakları ve özgürlükler sıralamasında 188 ülke içinde sonlarda yer almamız, hele aşikâr ahlaki erozyon düşünülürse.. büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluşan bir ülkede, algı, kalite ve temsil sorununu da haber veriyordu.
Kaldı ki büyük statlar da bu dönemde yapılmıştır.
Pespaye bazı TV programlarını bile kaldırmayarak; magazinle din tacirliğini bir arada yürüten gazeteleri ileri sürerek; aylık 436 dakika mobil kullanım süresiyle, cep telefonu görüşmelerinde, boş konuşmada Avrupa liderliğini kimseye kaptırmayarak; muhtelif araçlarla türlü şekillerde eğlence sevdası, havaiyat, yönetenlerce de halkça da birlikte körüklenip desteklenmiştir.
Statlara laf söylenmiyorsa, yüce(!) futbol tutkusunun tırmandırılması yönünde yapılan çalışmalar; diğer alanlardaki gayret ve planlamalarımıza göre epeyce yüksekte olmasındandır.
Büyük Cami, büyük stat, devasa alışveriş merkezleri, dünyanın en kocaman köprüsü, en toraman binası; boyu aşan iri sözler, dizginsiz köpürüşler…
Okul veya cami, çok sayıda yapıyla memleketi doldurmak belki bazı kesimleri tatmin edebilir fakat veriler, başka rakamlar da önemlidir.
Ruhî donatıma bakmalıyız. Dünyanın en başarılı ilim adamları, din âlimleri, düşünürlerini, sanatçılarını yetiştirebiliyor muyuz?
Sözümüz, gücümüz hakikaten var mı? Meydan okuyuşlarımız dikkate alınıyor mu? Saygı duyuluyor muyuz? Mesela İran kadar değer veriliyor muyuz?
Yoksa aczimizi sadece “Lâkin 7 düvel bize saldırıyor” bahanesine sarılıp gizliyorsak; Yunanistan’a bile gerekli cevabı veremeyecek durumdaysak; inançla lüksü ihtişamı, en zıt kavramları Müslüman kimliğinde bir araya getirebiliyor, sahte gerçeklere kapılıyorsak; her şey bir gösteriye dönüşüyorsa herhalde mühim problemlerle karşı karşıyayızdır.
Dış kuvvetlerce böylesi oynatılmaya ayarlanmaya müsait olmak bile, gafletin büyüklüğünü, direnme kuvvetimizin, duruşumuzun zafiyetini işaretliyor.
Gençlere camiyi sevdirmek; kinin sahibi olmakla, dinî sembolleri bir şiddet diliyle kuşatmakla, sırasında kendi taraftarlarına bendelerine, aynı saftaki yakınlarına bile (FETÖ’cüleri kastetmiyoruz tabii) “hain” yaftasını kolayca yapıştırmakla; belki içteki bir terör diline yakınlaştırmak ve ayrıştırmakla tabii ki gerçekleşmez.
Bugün örnek insan, üç gün sonra lâin başı, yarın tuvalet taşı…
Şeytanlaştırmak, adam harcamak bu derece ucuzlamamalı, basitleşmemeli.
Camilere, meydanlara sevgi dolu insanlar yakışıyor; nefretten intikam hissinden gözü dönmüş, öfkeden ne yapacağını bilmez, kontrolsüz saldırgan ham tipler değil.
Sağlıklı bir gidiş değil bu. Rol modellerimiz kimler?
Zamanı mekânı kuran insanı inşa edin siz.
Yeterince kat kat kabuk bağladık artık.
Soyun o kabukları ki, öz ortaya çıksın.
A şahsı kükremiş, B şahsı inletmiş, had bildirmiş mühim değil.
Siz içteki derin suları kükretebiliyor musunuz?
Çağlayanları, okyanuslara karışmak, fışkırmak isteyen suları.
Bin bir suretli dünyada; deryalara, semaya kulak verenleri, g(özleyenleri).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.