Boş laf bürosu
Bazı gerçekleri dışardaki ağızlardan, bir başka pencereden seyretmek, dinlemek zevkli geliyor.
İngiliz Yazar Tim Parks, Charles Dickens’in bir romanında geçen “Boş Laf Bürosu” adı verilen; İngiliz bürokrasisi, kırtasiyeciliğini eleştiren şu satırlara değinir. Günümüzde de geçerli olabilecek eleştirilerdir bunlar. Belki de insanoğlu fazla değişmemiştir:
“Boş Laf Bürosu (zaten herkesin bildiği gibi) hükûmetin en önemli bakanlığıydı.
Boş Laf Bürosu’nun onayı olmadan herhangi bir kamu işi asla yapılamazdı. En büyük kamu pastasında da en küçük kamu turtasında da onun parmağı vardı. Boş Laf Bürosu özel olarak yetki vermediği sürece en bariz doğruyu yapmak da, en bariz yanlışı düzeltmek de mümkün değildi. Yeni bir Barut Komplosu kibritin çakılmasından yarım saat önce açığa çıksaydı, herhangi birinin parlamentoyu kurtarması ancak Boş Laf Bürosu en az o heyet, yarım kile toplantı notu, çuvallar dolusu idari bilgilendirme yazısı ve aile boyu bir kasa dolusu dilbilgisinden yoksun yazışmayı toparladıktan sonra mümkün olabilirdi.
Bu muhteşem kuruluş faaliyete henüz geçmişken bir ülkeyi yönetmek gibi zor bir zanaatın biricik yüce ilkesi ilk kez devlet adamlarına açıkça vahyolunmuştu. O parlak vahyi ilk inceleyen, aydınlatıcı etkisini resmi işleyişin tamamına taşıyan, Büro’ydu. Her ne yapılması gerekiyorsa, YAPMAMANIN YOLLARINI anlama sanatında Boş Laf Bürosu bütün bakanlıklardan önce geliyordu.
Evet, doğru, bir şey yapılması gerektiğini iddia ettikleri için seçilmiş olan her yeni başbakan ve her yeni hükümet, daha seçilir seçilmez bütün enerjilerini o işi Yapmamanın Yollarını keşfetmeye harcardı. Evet, doğru, genel seçimler bittiği andan itibaren seçim kampanyasında yapılmadığı için atıp tutan, karşı görüşteki sayın beyefendinin dostlarına niçin yapılmadığını soran, yapılması gerektiğinde ısrar eden, yapılması lazım geldiğine yemin eden her seçilmiş aday, Yapmamanın Yollarına kafa yormaya başlardı. Evet, doğru, her iki kamarasının oturumları, Yapmamanın Yolları müzakerelerine hasredilirdi.”
Fakat Dickens’in çelişkisi yazarca şudur. Başka büyük yazarlar da bürokrasiyi bir noktada hicvetmesi, saldırı da bulunmasına rağmen, yazılanlar sonuç vermemiştir. Mesela George Orwell; “…İngiliz kamuoyunun Dickens’e karşı tutumu öteden beri sopa darbesini hoş bir gıdıklanma olarak hisseden bir file benzer biraz” demiştir.
Dickens ta Orwell de hep okunmuş, fakat pek hesaba alınmamıştır bu anlamda.
Dille dövüşmek, edebî metinlerin başarısı farklıdır, gerçek anlamda yaşatmak ve dönüştürmek daha ayrıdır. Kelimelerin kuvveti nereye kadardır.
“…Dickens’ın Boş Laf Bürosu suçlamasının geveze uzunluğu ve yazarın bundan aldığı aşikâr olan zevk, söz konusu büroyla aynı meşum kaderi paylaşır; bu yüzden de, Orwell’in dediği gibi bizzat bürokratlar bu bölümün özünü kavrayıp ona bayılırlar. İnsan neredeyse Dickens tasvir edebilsin diye bir Boş Laf Bürosu’nun bulunmasının iyi olduğunu düşünür. Tehlikeli bir zihniyet”. (Tim Parks, Ben Buradan Okuyorum, Metis Yayınları, sf. 103-107)
Rahatlıkla toplumsal eleştiriler ortaya koyar, bir bakıma başkalarının hataları üzerine yetkin dil cambazlıkları yapar, çevreye nizam verirken; Dickens’ın özelinde kendisine “10 çocuk veren karısını reddetmesi, kovması, zorbalığı”; özünü hizaya sokmanın güçlüğünü, sözle eylem arasındaki uçurumu gösterir.
Bizde günahıyla sevabıyla önemli edebiyatçılarımız toplumca kabul görür mü, yoksa fuzuli tartışmalar mı yaşanır; çeşitli meselelere aydınlarımız kanalıyla, korkusuzca nitelikli tenkitler getirilebilir mi, politik mevzular cesaretle çekiştirilebilir mi, bu da konunun değişik bir yönüdür.
Alaycı Tim Parks, “Her türlü laf, kaçınılmaz olarak boş laf mıdır” sorusunu sorar. Sonra iddialı sözcüklerle, vurucu bir tespitte bulunur:
“Acaba Batı kendini yavaş yavaş, şehvetle, bir kırtasiyecilik dağı altında ezerek yok mu edecek ve bu arada bütün bu rezil işleyişi tasvir edip tatlı tatlı kınayan tepeleme bir edebiyat yığınıyla ölene kadar eğlenecek mi?”
…
Kelimelerimizin sorumluluğu var mıdır? Söz, yazı, fiil, gizli açık kayıt altına alınanların vardığı yer neresidir? Gayesiz, hedefsiz hayatlar içinde miyiz?
Hepimizin özeleştiride bulunmamız gereken çok husus var.
Kimi milletlerin hayatında on yıllar, uzun seneler, yüzyıllar kayıp zamanla, boşlukla mı geçer.
Yönet(il)enlerce de uçucu laf üreten, tüketen, gıdaklama şampiyonlarının bol olduğu bir ülkeyiz. Parlak, büyüleyici laflar, çelişen bir öncesini yıkan vaatler.
Hâli pürmelalimiz; değişkenliğin bu denli yoğun olması, fazla bir şey yapılamadığının, muhtemel bir mağlubiyetin de göstergesidir herhalde.
Eylem yerine kuru gürültülü sözü, laklakiyatı tercih etmişlerin yenilgisi.
Sorular, düşünceler, laflar hep boşa mı yiter?
Peynir gemisi neyle gider?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.