Benim Olacaksın
Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay anlatıyor:
“Ben, Hacı Veyiszâde Mustafa Efendinin pederi Hacı Veyis Efendi’yi görmedim. Fakat Hacı Veyis Efendiyle ilgili anlatılan bir hadiseyi bilfiil yaşamış olan Konyalı Selahaddin isimli bir marangozdan işittiğim şu olayı ifade edeyim.
Sene 1930’lu yıllar. Kur’ân kursları kapatılmış ve Kur’ân okutmak da şiddetle yasaklanmış. Emniyet çok sıkı takibat yapıyor. Fakat Hacı Veyis Efendi okutmaya devam ediyor. Bir gün hoca derste iken hocanın kursunu, bir komiser birkaç polisle basıyor. İçeri girince hocayı azarlıyor, çocukların ellerinden Kur’ân’ı alıp toplatıyor, üst üste yığıyor ve Kur’ân’ların üstüne de kendisi oturuyor, sonra da hocaya “niçin okutuyorsun, sen yasağı bilmiyor musun” diye soruyor.
Hoca da “ben okuturum, bu benim vazifemdir” diye cevap veriyor. Bunun üzerine komiser hocanın yüzüne şiddetli bir tokat vuruyor. Tabii çocuklar çok üzülüyor, fakat hoca insan-ı kâmil olarak incinmiyor.
Komiser kapıdan çıkarken ona şu sözü söyleyerek âdeta tokadını ona iade ediyor: “Evlâdım komiser bey, bana tokat vurdun, elin acıdı, hakkını helâl et!”
Fakat kalbi kararmış insanların bu inceliği anlaması mümkün değil. Komiser hiçbir şey söylemeden çekip gidiyor. Bu hadiseyi ben daha sonra başka kimselerden de duydum.
Bahsi geçen marangoz çocukluğunda yaşadığı bu hadisenin üzüntüsünü yirmi sene sonra bana anlatırken hâlâ duyuyordu. Çocuklar o kadar müteessir olmuşlar ki daha sonraları o komiserin her hareketini takip etmişler. Marangozun söylediğine göre, ölümü çok feci olmuş, acı ve ıstırap içinde karnı patlamış ve etrafa dağılmış.”*
Ahmed Sem’ânî Hz. dedi ki:
“Allahu Azimuşşana yemin ederim! Cennetin kıymetini Âdem’in avucuna koydular.
Var olan şeyler içinde Cennet’ten daha güzel kız yoktu; onun öyle güzel bir yüzü ve büyüleyici güzelliği vardı ki! Ama Âdem’in özlemini çekip çeviren güç Görünmeyen Gayret’in dünyasından içeri girdi. O, Cennet’in bedelini eliyle ve değerini terazide tarttı.
Cennet, “Bu yüzsüz adama katlanamam!” diye bağırmaya başladı.
Ey soylu genç, eğer yarın Cennet’te gider de kalp gözünün köşesinden ona bakarsan, gerçekten, gerçekten, Âdem’in özlediği şey de umduğunu bulamayacaksın. Babanın bir buğday tanesine sattığı şey: sen niçin oraya yerleşmek isteyesin ki.”**
***
Hâl ehlinin kemale, gönül insanı olmaya mahsus özelliklerinden, zarafetinden, insanî ilişkilerinden, dünya ve ahret algısından birkaç örnek paylaştım.
Oysa günümüzde bazı dini cemaatlere, kimi kerameti kendinden menkul gruplara ve sivrilmiş kişilerine dair nahoş misallere, temsillere rastlıyoruz.
Daha dikkatli, titiz davranılması icap ederken, helal-haram gözetmeden saltanatlı, keyfî hayatlar; kendine özgü bir düşünceyle helvadan putlar yapanlar…
Sıradan bir müminin ötesinde, heva hevesini yığıp, üstüne seccade yayıp, gösterişli namaz kılanlar.
En azından şahsı ve çevresiyle ilgili bütün insani sorunları, zaafları çözmüş; ötedeki manevî istikbalini de garantilemiş gibi çiğ hareketler ve misaller.
Hayrettir, sizi ne, kimler akıl almaz yetkilerle donatıp, onaylayıp, meşrulaştırdı.
Hangi kapılardan geçi(rili)yorsunuz. Hangi halinizle örneksiniz. Böylesine şiddetli bir nefse emniyet, özgüven niçin?
Nasıl bu kadar dünya ayarlı, güç odaklarının güdümünde; “kâfir, laik, Batıcı bilmem ne” diye itham ettiklerinizle yarışır, hatta onları aşar duruma geldiniz.
Bu kirli oyun, ihtiras, iştiha nereden kaynaklanıyor?
Mal, şöhret, bedeni zevkler nasıl bu derece kutsandı, gerçek değerler dünyası aşağılandı ve geçici âlemin nimetleriyle böylesine sarhoşlandı?
“Büyük cihadı, kendini bilmeyi” ne zaman unuttunuz?
Ne teklif ediyorsunuz insanlığa; içinde hikmetin, bilimin, Hakikatin olmadığı bir dava mı, inanç sistemi mi?
Çirkin, “kalpsiz” uygulamalar, inancımızı ve rehberlerimizi tartışmalı vaziyete mi getiriyor?
Temelini ve merkezini yitirmiş oluşumlar; hiç değilse bazı kesimler, gençler için uzaklaşma, şüphe ve yabancılaşma tehlikesini de mi arttırıyor.
Ne kadar itimat edebiliriz size. Sonuç, yine aldatılmak mı?
…
Başlık esasında çağrışımlarıyla nahoş, buyurgan itici bir ifade, Yeşilçam repliği gibi geliyor. Fakat ne kadar fazla içimizden geçiyor bu cümle.
Ne çok nefse, Ben’e has dünya çalışmaları, sahiplenmeleri görülüyor.
Her gözümüzün tuttuğunu almak, eşyanın peşinde ömür tüketmek; neredeyse bilumum mülkün sahibi olmayı hedeflemek. Hatta bazen zırcahil, öteki dünyanın da biricik sahibi gibi davranmak.
Sermayeyi( nefs sembollerinden) kediye yüklemek…
Köpeğe “Hoşt!” kediye “Pişt!” dememek… Defalarca ısırılmak.
Derunumuzda hayvan çiftlikleri kurmak…
Belki, “Benim olacaksın” derken, bu yolda kan ter içinde çalışıp dururken; biz kimin kölesi, kulu yandaşı oluyoruz, hangi şer varlıkları kendimize güldürüyoruz, iyice düşünmek gerek.
*Tasavvuf, İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 (2008), sayı: 22
** Hüzeyme Yeşim Koçak, Nefha
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.