Açılışlar
Sağda solda, perdelerde; kâh başınızın üstünde, omuzunuzda, evdeki misafir büyüğün tepesinde, irice bir çekirge.
Balkona çıktığınızda istifini bozmayan, sizinle birlikte evi tercih(!) eden, gizlenen, birden teşrif eden. Sonra esrarengizce çekip giden.
Sizi de sıçratmış; bazı hadiselerin üzerinize çöktüğü ve yüreği didikleyip, yıprattığı bir zamanda içinizi tuhaf sevinçlerle doldurmuş, kanatlandırmıştı.
Sanki bir çemberden çekip çıkarmıştı. Minik varlığının mesajları vardı. Okunmaya değer, kitap sayfaları gibiydi.
Arabistan’da geçen bir öykünüzü hatırlıyordunuz mesela. Mescid-i Nebevi önündeki çekirgeler…
Çekirgeler, karıncalar, kalbinizde şakıyan, konup göçen kuşlar. Sarıcı kollar, yollar.
Çekirge sıçrayıp duruyor; saplanıp kaldığınız düşünceleri, mevkii terk etmeye, yer değiştirmelere, sulh dolu bir iklime çağırıyordu.
Mevcut hüzün, onu görüp, varlığını hissedince; sevgiye dönüşüyordu.
Ruh, zihin âdeta dışarı çıkıp, hafifliyor; bir muhabbet mayasıyla açılıyordu.
…
“Babam ağaçlara birer kutsal varlıkmış gibi baktığı ve bizim evimizde herkes çiçekleri sevdiği için, avlumuzu ağaçları herkesinkinden güzeldi. Küçük avlumuzun kuyusu etrafında yahut büyük dut ağacının gölgelediği taşlığın çevresinde, anamla ben her bahar, her yaz, renk renk çiçekler yetiştirirdik.(…)
Hele çiçeklerimizin içinde bir cins zambak vardı ki, onun büyümesini, yetişmesini, tomurcuklanıp çiçek açmasını, anamla ben âdeta gözlerimizle takip ederdik. Nihayet ilk çiçekleri beyaz dudaklarını açtığı gün, onu baştan aşağı gelin telleriyle süslerdik. Bu bir âdetti.
Bu gelin telleri her kış bir tarafa saklanırdı. Çiçeğin açılıp da tellendiği günün akşamı, babamı yolda beklerdim. Yahut anamla beraber kapıda karşılardık. O akşam, bizim ev için bir bayram olurdu.” ( Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam)
Aman Allah’ım. Gelin edilmiş, telli allı pullu çiçekler. Ne zarif duyuşlar, lâtif işler.
Hayatta başka kokuları da almalı, diğer renkleri de görmeli, varlık dilini dinlemeli.
Herhalde o zaman, şahane tarife sığmaz bir güzelliği de; farklı ince bir bilişle, dünya kalıplarından, şekli şemailinden ayıracağız.
Bir kâşif gibi; derinliklerin, seyrin, engin zevkine dalacağız.
…
“Ben Bunu Söylemiş Miydim” dedi bir Şair. “Yüz kere, bin kere söyleyin” dedi bir Muharrir:
“Sen üzülme dedi annem el Fettah çek yüz kere
İnsan dedi kaybolunca kendi evreninde
Ne asansör işe yarar evladım ne vinç ne füze
İnsanın içinde bir merdiven var
Sen şairsin görebilirsin insanın içinde
Kuşlar var sen bilirsin sevmeyi el Fettah çek yüz kere”
(…)
Sen üzülme dedi annem babanın körüğünde
Bir mengene var çeliği sıkıp suyunu çıkaran
İşte öyle güçlü kolların olsun türkü söylerken
Ne bileyim odun taşırken yahut ağlarken
Bilirsin sen de her taşralı çocuk gibi güzelsin
Sus ve el Fettah çek yüz kere bugün çarşamba
Sonra dedi ki annem bu şiir işe yaramaz sanma
Şiir sarnıçtan akan su misali hayata
Bir şey daha var dedi bu kemik tarak
Güzel tarar gecelerin sırma kâhküllerini
Sen sanırsın şiirdir söylenen kulağına
Oysa duadır içindeki merdivenden
Aşağı inip yukarı çıkan harfler sepeti”
( Özcan Ünlü, 8. Mevlânâ Şiir Şöleni)
Kâinatın şiiri. Açılışlar, uçuşlar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.