2018 beklentileri üzerine
Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçiminin üzerinden henüz bir ay geçmişken seçim meydanlarında ortaya konulan pembe tabloların yerini umumi bir karamsarlık havasının aldığı görülüyor.
Bu karamsarlığın nedeni “Oyunu bize ver istikrar ülkede olsun” ve “Oyunu bize ver geleceğin aydınlık olsun” düşüncesi ile kurgulanan seçimin üzerinden bir aydan biraz daha fazla zaman geçmiş olmasına rağmen gerek ekonomide gerekse dış politikada hiçbir şeyin değişmediği hatta böyle gittiği sürece hiç bir zaman değişmeyeceğidir.
Bunun en belirgin işaretleri Hazine ve Merkez Bankası’nın ortaya koyduğu tavırdır ki bu tavır ile önümüzdeki iki senenin daha yüksek kur ve yüksek faiz politikasının devam edeceğidir.
Malum bu politika sonunda % 8.5 olan 2018 yılı enflasyon tahmini % 13.5’e yükseltildi.
Bu karşılıklı tavırların arkasındaki etken ise Hazine ve Maliye Bakanı’nın seçimde kullanılan argümanlarla tam anlamı ile tezat teşkil eden açıklamalarıdır.
Bir bakan düşünün ki hem 16 yıllık tek parti iktidarının bakanı olsun hem de hazine ve maliye ile ilgili ilk açıklamalarından birisi 16 yıllık enkaz devraldık sözleri olsun.
Hem de para piyasalarını rahatlatmak amacıyla yaptığı “piyasalarla kavga etmeyeceğiz” demecinden sonra.
Malum her gelen hükümet bir öncekini kötüleyerek işe başlar.
Ama insan hem içinde yer aldığı bir önceki hükümetin bakanı olur hem de enkaz devraldık derse o zaman bu yapılan açıklama amiyane tabir ile malumun ilanından başka bir şey olur.
Yapılan seçim nedeniyle piyasaların rahatlatılacağı, ekonominin rayına oturacağı, döviz ve faizin yerle bir olacağı beklentisi içinde olanlar galiba yine hayal kırıklığına uğrayacaklar.
Bir önceki hükümetin Başbakanının seçimde verdiği onca vaatten sonra hiçbir siyasi sorumluluğu ve etkinliği olmayan bir göreve getirilmesinden sonra bile hala hükümetin bir üyesi imişcesine yaptığı açıklamalara göre yatırımda bulunanların hayal kırıklığı daha farklı olacaktır.
İş dünyasının Hükûmete ve AKP’ye yakın işadamları kuruluşunun başkanının önce Enerji, İnşaat ve sektörü başta olmak üzere en az üç sektörde sıkıntının had safhaya ulaşacağını açıklamasından hemen kısa bir süre sonra “Cebine 40 milyar doları koyan yabancı yatırımcının Türkiye’deki şirketlerin çoğunluğunu satın alabilir” açıklaması gelen dalganın büyüklüğünü ifade etmektedir.
Son seçimlerde iktidar partisine siyaseten oy verenler ile ekonomik bakımdan oy verenlerin hükümetten beklentileri aynı olmasa da uğrayacakları yıkım aynı olacağından bu açıklamaları nasıl anladıkları gerçekten merak konusudur.
2018 yılı için Millet olarak dünya ölçeğindeki ekonomik belirsizliklere karşı Türkiye ekonomisi her türlü sarsıntıyı atlatacak güçte olduğuna inanmak istiyoruz.
Ama biliyoruz ki bir şeye inanmak başka, o şeyle ilgili olan gerçekler daha başkadır.
Bunu hem ekonomik hem de politik arenada sıkça gördük geçmişte.
Ekonomiden sonra politik sahada da seçimde verilen sözlerin çoktan unutulduğu görülüyor.
Ekonomideki 15 yıllık pembe tablodan acı gerçeklere geçiş yaptığımız gibi politikadaki pembe tablolardan da gerçeklere geçiş yapıldığı görülüyor.
Geçmişte ABD, İsrail ve AB ile yaşanan ortaklıkların bu defa Rusya ile yaşanması hiç kimseyi aldatmamalıdır.
ABD, İsrail ve AB nasıl kendi menfaatleri söz konusu olduğunda sırtlarını dönmüşlerse aynı şekilde Rusya’nın da en olmaz bir zamanda sırt dönmesi başka bir ekonomik yıkımı beraberinde getirir.
Mesela ABD’nin İran’ın taraf olduğu nükleer anlaşmadan çekilmesini fırsat bilen Rusya’nın İran ile yapacağı bir anlaşma sonucunda Türkiye’nin hem İran hem de Rusya ile tekrar bir gerginliğe girmesi bütün dengeleri alt üst edecek ve korkarız ki Türkiye’yi Stratejik(!) ortakları olan ABD, İsrail ve AB’nin kucağına itecektir.
Gerçi TC Hükümetinin ABD, İsrail ve AB ile ilişkileri tekrar eski haline getirme arzularında olduğu da milletten gizli değil artık.
Bu ortamda herkes 2018’den neyi bekliyor tekrar gözden geçirse iyi olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.