Yaşayınca bilinir
Aklımızın sesine pek kulak vermeyiz, zaten akıl da bin türlü tazyikle, etkiyle kılıktan kılığa, renkten renge girer, nemne şekil alır.
Dolayısıyla konu, muhatap, şahsımıza yönelik tafsilatla(!), dünya ahvali ile ilgili duygularımız, yargılarımız; günbegün değişen parlak kurallarımız, ukalalıklarımız(!) her zaman haklı çıkmaz.
Tarih, hikâyeler, çarpıcı meyiller, toz bürümüş kişisel çerçeveler her zaman bizi doğrulamaz.
Hissiyatımıza, altlık üstlük meselesi, gönül penceremizi örten hisler, kibir, aşağılık duygusu, hırs, kazanç, başarı tutkusu vs, çeşitli yanılsamalar hâkim olur.
Nispeten dengedeki, salim aklı bozan, uyarıcılar, ayartıcılar, kimi olayların zehri, fiyakası, albenisi, kişiler, geçmiş, kandırıcı zaman esintileri devreye girer.
Kendimizi dahi anlayamamış, tanıyamamışızdır ki...
Yer değiştirdiğimizde, türlü yollara saptığımızda.. görüntü, gözlem, izlenim, evren ve kendimiz hakkındaki tespitler değişir. Gerçekler görecelidir.
Yol almış, yeni tecrübeler edinmiş; bir tüneli, geçiti, engeli aşmış ve kısmî aydınlanmalar yaşamışızdır.
Değişik çevreler, alanlar, yeni bir bilginin değerlendirmeleri, bakışımızı da farklı kılacaktır.
Mesela yaşlandığımızda; bazen kemâl değil, algılama zorlukları, çocukluk, ruhî bozukluklar ortaya çıkacaktır.
En âlâ akıllar solacaktır. En güzel bedenler çürüyecektir. En mutena mevkilerdekiler, inişi, düşüşü görecektir.
Her an ezberler bozulacak, zihinler savaşacak, rüyada görsek inanmayacağımız durumlarda sahne alınacaktır.
İnsanoğlu esasen cahil bir varlık. Bilgimizin, hayat tecrübemize verdiğimiz kıymetin ve âlemce bize biçilen kıymetin ne idüğünden, sahihliğinden, bedelinden emin değiliz.
Ne(re)ye kadar, hangi kıstasla? Şimdiye kadar kaç kılavuzla ve hangi yollarla…
Kim bize ayna tutacak, yalan(dan) okumalar, şaibeli ortamlardan koruyacaktır.
Kendimizi benzettiğimiz(!), zulmettiğimiz, belli kalıplara soktuğumuz, sığıştırdığımız nice devirler geçmiştir.
Terbiye edilmemiz, manevî gelişmemiz kolay değildir.
Merdiven basamakları, hastalıklar, taze sınanmalar, çevremizdeki ve ben’deki değişen roller; yeni öğrencilikler, yeni bir bilinç veya gelişim de demektir. Ama bu olgu, her zaman normal, takdirlik bir süreç takip etmez.
…
Ben kimim, kime benzerim, derin sorulardır.
Değişimimiz de, her zaman müspet manada değildir.
Bazen hatta o kadar başkalaşırız ki, “eski ben’ler” delik deşik, tüm yabancılığıyla karşımıza dikildiğinde şaşakalırız.
Yakalamakta, anlamlandırmakta, hizaya çekip, sınıfa(!) sokmakta ve bağrımıza basmakta güçlük çekeriz. Kimdir(!) bunlar?
En kötüsüyse herhalde, düşman diye tanımladıklarımıza, fark etmeksizin benzememiz ve aynîleşmemizdir.
Kiminde insanlıktan çıkmamızdır. Yolculuk halinde kaybolur, Allah korusun dalar, batar, erir gideriz.
Kişiliğimize, nefsimize kesinkes bir itimat duyamayız. Bulunduğu bir mevzii bile muhafaza etmek zordur.
Başkalarında kıyasıya tenkit ettiğimiz bir durumla imtihan edilmemişizdir mesela. O yüzden tenkitlerimizde, sözcüklerimizde ölçülü bir üslup, temkin gerekir.
Hayat, maddî-manevî tehlikelerle doludur.
Yaşaya yaşaya, karşılaşa karşılaşa bilinir.
Sonunda istemesek bile, kaçınılmaz gerçek, Mutlak Hakikatle yüz yüze gelinir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.