Varlıkların Efendisidir O
Mübarek aylardayız. Ruhun lezzet aldığı, gündemin kirinden, yorgunluk ve velvelesinden uzaklaşma ihtiyacı duyduğumuz; bir nebze arınmaya çalıştığımız kaynaklardan biri de, herhalde Peygamber Efendimiz’ in ( S.A.V) aşkıyla parlayan seçkinlerin şiirleri.
Hallâc-ı Mansur Hazretlerinin Kitâbüt-Tavâsîn eserinden, Hz. Peygamber’in anlatıldığı bölümden bazı parçalar:
“Gayb nurundan bir kandil o. Bir ışıdı ve eski yerine döndü. Bütün kandillere üstün geldi ve sultan oldu hepsine. (…)
Açtı da göğsünü. Alabildiğine yüceltti kadrini. Vâcip hâle getirdi emrini. Ortaya çıkardı bedrini. Yemame bulutları arasından fışkırdı nuru. Tihame yönünden parladı güneşi.
Kandili aydınlık aldı ulviyyet ve soyluluğun kaynağından. Verdiği haberler yalnız basiretinden. Sünneti olarak buyurduğu, sîretinin hakikatinden.
Rabb’in huzuruna yükseldi ve o huzura çağırıp götürdü. İyice gördü de öyle haber verdi. Nazlandı, nazlandı da kendi nazını sınırladı. (…)
Onu tanımlamaya kalkan, vasfında cehle düşmekten başka şey yapmış değildir.(…)
Nübüvvet nuru, yalnız Onun nurundan çıkmıştır. Nurların aydınlığı bile Onun nurundandır. Nurlar içinde kıdemden daha parlağı daha eskisi, daha belirlisi olmaz. Fakat O, kerem sahibinin nuru müstesna.
Onun himmeti bütün himmetlerin önünde. Vücudu yokluktan, adı Kalem’den önce. Zira bütün ümmetlerden evveldi o.
Bu sıfatların sahibinden daha merhametli, raûf, coşkun, ârif, zarîf, lütufkâr ve daha insaflı hiçbir yerde bulunamaz. Ne ufuklarda, ne ufukların üstünde, ne de altında.
Varlıkların efendisidir O. O ki, ismi Ahmed, vasfı Avhad, zatı Evced, sıfatı Emced, emri Evked, himmeti Efred. Aaah ne kadar ayan beyân, ne kadar keskin görüşlü, ne kadar nurlu, ne kadar ulu, ne kadar basiretli!
O ölmez. O hep yaşar. Olduğu gibi durur hep. Hadiselerden de önceydi O, ‘şey’lerden de. Kâinatlardan önce meşhurdu o.
O hep var olacaktır. Renklerden önce anılıyordu, cevherlerden önce dillerdeydi. Önceden önceydi O. Sonradan sonra da kalacaktır. (…)
Odur Hakk’a tam varan: hiç ayrılmadan. Aklın kavradığı şeyleri aşan, haber getiren sondan, sonlardan ve sonun sonlarından.
Bulutları, sisleri kaldırıp Beyt-i Harâm’ı gösterdi. O tamam; O, hümâm: O yiğit, kahraman. Putların parçalanmasını Odur buyuran. Odur, yeryüzündeki varlıklar kadar yıldızlara da peygamber olan.
Üstünde, tüllenen bulut; altında, parlayan şimşek: Bir şimşek ki çakar, yağdırır, her tarafı mahsule boğar, meyvalandırır.
Bütün ilimler Onun denizinden bir damla, bütün hikmetler Onun nehrinden bir avuç. Ve zamanlar Onun zamanından bir saat.
Hak ancak Onunla mütecellî, hakikat ancak Onunla ayakta. O, vuslatta evvel, nübüvvette âhir. O, hakikatte bâtın, marifette zâhir.
Ne bir âlim ilmine ulaşabildi, ne bir hâkim kavrayışına.
Hak Onu mahlûklara ısmarlamamış, fânilere teslim etmemiştir.
Zira O, ancak Odur. (…)
Hak onun sözlerini izhâr etti, alâmetlerini açıkça gösterdi. Yaydı burhanını, indirdi Furkan’ını serbest bıraktı lisanını, parıl parıl etti cinânını, âciz kodu akranını, muhkem kıldı bünyânını, yüceltti de yüceltti şanını. …” (Niyâzî-i Kadîm, Hallâc-ı Mansûr Menakıpnamesi, Hazırlayan: Mustafa Tatcı, H Yayınları)
…
Büyük bir sufî Abdülkerim el-Cili’nin ak pak sözlerinden:
“O, nur üstüne nurdur. Sırlar madeni, şeref elbisesinin nakşı, temkin ve iktidar ülkesinin tacıdır. Peygamberlik akdinin vâsıtası O’dur. Asâlet ve yiğitlik denizinin derinliği O’dur. Varlık sedefinin incisi O’dur. Fazîlet ve cömertliğin membaı O’dur. Birbirine zıt hakîkatları ve celâl ve cemâl mânâlarını cem eden O’dur(…) O Rahmânî hakikatlerin denizidir. O, imkân âleminin inceliklerinin sahilidir. O, mevcûdat ülkesinin hükümdârıdır. O, sultanlık mertebesindeki kutuplukta halîfeler bırakandır. O, kendisine âlem ismi verilen her şeyin efendisidir. O, daha âdem su ve toprak arasındayken en yüce mertebede olandır. O, hamd sancağının sahibidir. Ki O, Allah’ın en iyi bilen peygamberi ve en asil kulu olan Muhammed’dir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.