Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Türkiye havaları

Türkiye havaları

 Geçenlerde bir arkadaşımız sohbet sırasında, şöyle bir tespitte bulundu:

“Bizim herhangi bir partiye mensubiyetimiz kuvvetli de olsa, hangi politik görüşe, sevdiğimiz bir lidere sahip bulunursak bulunalım, ‘Senin için ölümü göze alırız, ölürüz’ gibi laflar etmezdik. Ancak; bugün pek karikatürize edilen, küçümsenen “Vatan, Millet, Sakarya” söylemi için en azîz, biricik, temel varlığımız feda edilmek istenirdi. En azından bizim için ideal kavramlar, ana değerlerdi ve siyasetin üstündeydi.”

Büyük bir indirgemeyle bu mefhumlar küçültülürken, siyaset devleşti, kutsallaştı.

 Her şey onun süzgecinden, onayından, hayatımızı tanzim etmesinden, demirleşmiş ellerinin şekillendirmesinden, ayarından geçmeye başladı.

Dünde ve günde putlaştırmalar çoğaldı. Gerçeklerin üzeri örtüldü sanki. Bilinçli diyebileceğimiz bir cehaletle hakikat görülmek istenmedi. Yanında dolaşıldı, tanımazlığa gelindi, bu konuda özel bir çaba harcandı.

Haberdar olmak, bir canlılığı, telaşı, düşünce zahmeti ve eylem zorunluluğunu gerektiriyordu çünkü.

Spor sanat siyaset yaldızları, parlatılanları için, sözde bile olsa (ki söz düşmemeliydi), değerli hayat sermayesi helâk edilemezdi oysa. Rağbet ettiğimiz, tutkuyla bağlandığımız kişiler sonuçta faniydi.

Değerleri “Size göre/Bize göre” değişebilen, zamanla sınırlı, yaşayışları uygulamaları sıkıntı ve tartışma yaratabilen kişiliklerdi bunlar.

 Üstelik peygamberler gibi, çoğu kesimin ittifak ettiği, tabiri caizse Cenab-ı Hak tasdikli kutsal şahsiyetler de değildi. Özel bir vazifeleri bulunmuyordu. Yüklemeleri, üfürüp şişirmeleri biz yapıyorduk. Hem de gayet ucuz, pestenkerânî biçimde.

Bütün millet aşk(!) sözleriyle sarhoşken; gittikçe ayrıştığımız bölündüğümüz, dünya ve ahretin cehennemî makamlarını, çoğu kişiye münasip görecek kadar sevgi(!) kumkuması olduğumuz bir vakıayken üstelik.

Bağ(lantı)larımızın mahiyeti, derecesi, nelerin önüne geçtiği, şekli önemli değil miydi?

“Geçicinin” bu derece yüceltilmesi; Bakî’nin gözden kaçırılması, gönüllerden çıkmasını mı tevlit ediyordu.

BEN algısı nereye kadar gidiyordu.  Allah’ın kulu değil, kulunun kulu olmak. Gayba imanımız zedelendi belki.

“Görünmeyen” nasılsa, gizli bir mekânda gözden ıraktı, arayıp duracak mıydık; Şah damarına, gönüllere de açılıp bakılmıyordu.  Masaya kimler yatırılıyordu.

 Bizim Sevgili “Görünenimiz” ise bambaşkaydı. Ölüm ve hayatı modern firavun taçları ve tasarımlarıyla göstere göstere, onlar sunuyordu.

Gül bahçeleri onlar namına hayalleniyor, ateşe onlar adına giriliyordu.

Yalnızca ölmek değil, öldürmek havalarıyla dönüşülüyor, dövüşülüyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi