Tecrit
Banka kartıyla yaptığım ödemenin şifresini girmem için elindeki cihazı bana doğru uzattığında, gösterişli bir refleksle birlikte başını başka yöne doğru çevirip bakışlarını uzağa dikti hemen. Mağrurca. Sanki şifreyi görüp bilmesi, söz konusu kart elinde olmadığı sürece, benim için bir tehlike arz edebilecekmiş gibi. Olsun. Çıplak bir insan görünce gözünü aniden kapatan birisinin samimiyeti ve masumiyeti vardı bunda, bir şekilde.
O gün az biraz alışveriş yapmış ama çok para harcamıştım. Hoş... 'Çok' derken? Kime göre, neye göre? Cevap vereyim: bana göre, bütçeme göre. Ha bir de, poşet taşıma kapasiteme göre. Ve eski Türk filmlerinden çıkmış bir sahneyi beklemiyordum: Tarık Akan'ın aniden gelip poşetleri taşımama yardımcı olmasını ve bu vesileyle vuku bulacak olan talihli bir tanışmayı, falan... Beklemiyordum. Arabaya kadar, seve seve taşıyacaktım hepsini, el mahkum. El şahit... Halimi görüp de rahatını bozarak şu taşıma işine bir el atmayan el şahit, evet.
Nitekim öyle de yaptım: arabaya kadar severek; uça uça taşıdım bütün poşetleri işte. Elim kolum kopmamış gibi. Kapıyı açıp, içinde market alışverişi ve bir kaç parça giyeceğin bulunduğu farklı türden 8 9 poşeti, ön koltuğun üzerine koyuverdim, bunu aslında daha çok, atıvermek gibi yaparak.
Alışveriş merkezinin garajından yukarıya; yola çıktıktan hemen sonra da radyoyu açtım. Garajın henüz içindeyken, çekmeyen frekansların gürültülü cızırtılarını dinlemektense...
Kırmızı ışıkta beklerken, u dönüşü yapmaya el veren, hemen yanımda kalan yolu kapattığım için bir arabanın boş yere arkamda, kendi için yanmayan trafik ışıklarının yeşile dönmesini beklemesine sebep oldum; beni beklemesine. Şahsıma yönelik olarak üst üste çaldığı korna sesi kadar, ağız içlerinde, kadın sürücüler için kullanılmaya her daim hazır şekilde bekletilen nahoş sözcükleri de duyabiliyordum aslında, tahminlerin en isabetli şekliyle. Olsun. O sırada yolunu kapatan arabayı bir erkek sürücü kullanıyor olsaydı da, o nahoş kelimelerin sonuna yalnızca bir 'çocuğu' detayını ekleyecekti nasılsa. Aslolan, arabasının önünü kesmiş olmaktı, o kadar. Sonra... Yeşile dönen ışıklar, üzerime bir çeşit saflık -aptallık- hali indirmiş olmalıydı ki, söz konusu araba u dönüşü yapmak üzere yanımdan geçip gitmekteyken, o anlık süre içerisinde başımı suçlu bir şekilde o yöne doğru çevirip, o kızgın ve azarlayıcı yüz ifadesiyle yüzleşmek zorunda kaldım. Başımı o yana doğru çevirmek zorunda değildim oysa; göz göze gelmek... Neden dönüp baktım ki? Sonra da geçti gitti işte... Ehemmiyetsiz detaylara takılacak lükslerim yoktu o günlerde: kendi dertlerim başımdan aşkındı zaten. Hepsi, trafik ışıkları yeşile dönünce biten şeyler olsaydı hatta. Öyle geçici ve kısa süreli...
Fakat sanmayın ki basit ve günlük kesitlere yer verdiğim bu yazıyı bir anda kişiselleştirip ağırlaştırma niyetindeyim. Yok.
Bunun yerine, eve dönüp de bütün o ıvır zıvırı yerleştirdikten sonra, kendim için pişirdigim kakaolu pudingden bahsetmeliyim sizlere. Toz karışımı tencereye bir çırpıda boca ettikten sonra sütü üzerine yavaş yavaş, gıdım gıdım ekleyip, böylece oluşabilecek olan topaklanmayı bertaraf ederek ve karışım ocakta kaynadıktan sonra bir tablet çikolatayı içinde erittiğim pudingden. Ne baklava, ne fıstık sarması... En kral tatlı yiyecek, pudingdir. Bir de kimsenin kimseye poşet taşırken bile yardımının dokunmadığı, hoşgörünün yerini kızgın korna seslerinin ve bakışların aldığı alışıldık ve standart bir günde, yapılacak en akıllıca işlerden birisi, evden dışarıya hiç adım atmamaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.