Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Tatlı sorular

Tatlı sorular

İşaretlendiğinde; her zaman her şeye, herkese yönelebilecek, ne(re)yi vuracağı belli olmayan inatçı kinler, arsız dursuz duraksız öfkeler; içimizdeki/ içinizdeki avcı, sürekli ateş hattında yaşamak; gazapla, aklı bertaraf eden hissiyatla önce kendini vurmak. 

Durumdan pek çok kimse memnun değil. Ahlâki bir çöküntü yaşıyoruz.

Ne oluyoruz, ne bitiyor. Yerden gökten ne bitiyor. Kim ekti bu şer tohumlarını. Kim biçiyor? Bu kara mahsul nerden çıktı?

Neden ‘dur’ demesi, mani olması gerekenler gıkını çıkarmıyor, ya da manasız sessizliklerde bekliyor.

Neden kadın, çoluk çocuğun, masumların feryadı duyulmuyor.

Kıble siyaset olunca, ne yüzle onca kan dökülüyor, değerlerimiz heba ediliyor.

Düşüşte olan ne, ne serpilişte yükselişte?

Zenginle yoksul arasındaki uçurum niçin artıyor? İtibar, sadece devlet, yöneticiler için mi geçerlidir. Tebaanın(!) halkın, fakirlerin itibarı, şerefi ne olacak? 

En büyük sorunlardan biri, adalet temsili ve bilgisindedir. Yoksa bazıları daha mı beyazdır?

Birleşilmesi, ulaşılması istenen tablo hangisidir. Görülen içler acısı manzara nicedir? Bir anlık yanyana gelmesi bile abes resimlerle bitişik duruyoruz. 

Neden hiç zarif nükteler, yapıştırıcı, yatıştırıcı samimi bir üst dil, artık hiç bir şekilde yer bulmaz oldu. 

Gerilim, şiddet iklimiyle nasıl beraberlik sağlanacak, yekvücut olunacak. Büyük Türkiye’nin hayata geçmesi için, bu duvarlar, engeller neden?

Size göre, bize göre, partilere göre adalet; ‘benim mütecavizim iyidir’ anlayışı, hakkaniyetli olabilir mi?

Nasıl bir zihniyetle karşı karşıyayız. Cami gibi, kutsal saydığımız mekânların bile emniyetinin olmaması ne yazıklanası haldir. Evvelce camilere sığınılırdı; kutlu davetler vardı.  Teröristler değil, kendi insanımız mı korku salacak bundan böyle. Camiler de mi partiye pırtıya göre ayrılacak?

İbadetlerimiz, örtülerimiz, eğitim ve mesleğimiz bir kılıf mı, maskeden mi ibaret? Sathî şekillerle, gösteriyle nereye varabiliriz.

İktidarda olan biziz, muhafazakârlar. Bu güzel, mükemmel din neden önce bizi değiştirmiyor. Kusuru günahı yalnızca dışarıda değil, biraz da yaşayışımızda, kabuksu tatbikatlarımızda, yüzeysel okumalarımızda niçin aramıyoruz?

Hangi sebeplerden bu kadar nefret kumkuması, kin dolu, aşağılama meraklısı mahlûklar ortalığı sardı.

(Ana muhalefet partisi liderine linç girişiminde; korkunç “Yakın! Yakın!” bağırışlarını hiç unutmayacağız mesela. Sonra yakılmasını istediği eve, muhalefet liderine gidip, “Siz Tanrı misafirisiniz” deme ikiyüzlülüğünü. İstediği olsaydı, kaç masumun da canı uçacaktı. Bir kadın, bir anne.

Başka bir kadın hatırlıyorum. Yetkili. Taciz olaylarıyla kıvrandığımız yaralandığımız bir dönemde, “Bir kereden bir şey olmaz” diyen. 

Bugünse bir diğerinin, akıl yakan taciz hadisesinde, “Çocuklarına sahip çıksalardı” diye buyurduğu.

Aileler çocuklarına elbette sahip çıksın da; devlet adamına, okul görevlisine, din adamına, en yakın komşuna itimat etmeyeceksin de kime edeceksin. Sabahtan akşama kadar nasıl kontrol sağlayabiliriz. Bu çocukların, insanların sokağa, evinin önüne bile çıkma hakkı yok mudur; hapis mi edelim. Televizyon, telefon, bilgisayar bağımlısı olsalar o da ayrı dert.

Keşke bu rezil yaratıklara en ağır cezalar getirilse, hapisten kravatlı(!) halleriyle, ufak sıyrıklarla kurtulmasalar da devlet samimiyetini anlayabilsek.

Hem servisler, okul önleri hatta mektepler de tehlikeli. Sapkın öğretmenlerden, güvendiğimiz kurslardaki kişilerden kim koruyacak. Bence dolmuşa, otobüse, toplu taşıma araçlarına da binmemeliyiz; çeşitli şekillerde tacize uğrayabiliriz. Parklara da gidilmesin, saldırgan çok. Trafiğe çıkılmasın, magandalar fazla. Düğün de dernek de yapılmasın.

Herkesin koruma ordusuyla dolaşma lüksü yok. Nasıl yaşayacağız, hayatımızı sürdüreceğiz. Bunaltıyla, paranoyayla ömür geçireceğiz? Güvenliğimizi kim temin edecek? Sokakları emniyetli vaziyete getirmek kimin işi. Ferah, huzurlu, müreffeh şehirleri; her yerine endişesiz gidilebilen bir Türkiye’yi uzaylılar mı inşa edecek?

Eline silah kapan, yumruğu sıkı(!) olan, kafadarını ayarlayan, paşa gönlüne göre mi adaleti yerine getirecek? 

Oylara ölümüne(!) talipliler, vazife ve sorumluluğu niye üstlenmiyor.

Filmlerde gördüğümüz, teröristlere yakıştırdığımız sahneleri; hangi adamlar kadınlar yaşatıyor bizlere.

Neden bu kadar, acımasız, had bildirmeye, kafa biçmeye(mecazi olarak söylüyorum), incir çekirdeğini doldurmayan meselelerde(!) tartışmaya, çamur atmaya, tahakküme sevdalıyız.

Üstelik sonra.. kör cehaletin eli öpüldü; kahraman ilan edildi, dayanışma mesajları sergilendi. Bu denli millî hassasiyetiniz yoğunsa, keşke çocuklarımızı dağa kaçıran eşkıyaya aşkla sarılanlara, hendek kazıcılarına, bebek katillerini Öcalan’ı “Sayınlaştıran” baş ve köşe tutuculara, masacılara, terör örgütleriyle uzun süre barış çubuğu tüttürenlere bir “Höst!”, hiç değilse “Hişt!” diyebilseydiniz de, kadim vatanperverliğinizi, erdeminizi görseydik. 

O zaman bakın biz de sizin elinizi öperdik. )

Kafamızı kim yedi. Kalplerimizi gagalayan didikleyen kargalar, akbabalar kimlerdi. Anlamsız nefsaniyet yarışı, bayağı eylemler niçindi?

Bir tarafta beyin göçü, diğer yanda eğitim kalitesinin gittikçe düşmesi, köle psikolojisi, gençlikteki yozlaşma.

Derin hayranlıklar taşıyan, şimdiden yabancılaşmış çocuklarımızın yerleşik, en istisnaî hayallerinden, dış ülkeleri, Avrupa’yı nasıl çıkarıp; göğsümüzü gere gere, somut verileriyle “İstikbal, güzel bir gelecek ancak bu ülkededir’ diyebileceğiz, vatan sevgisini yerleştireceğiz.

En önemlisi zihinler nasıl büyüyüp gelişecek. 

İlimdeki, kültürdeki, sanattaki zirveleri; medeniyet hamlelerini, kutlu rüyaların gerçekleşmesini hangi dünyada göreceğiz?

Sorular çok da, vicdanlı cevaplar ne zaman gelecek?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi