Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Süpürge -1-

Süpürge -1-

26 Aralık 2016 tarihinde Hakk’a yürüyen, Azîz Babam İsa Ruhi Bolay’ın başından geçen bir hadiseyi birlikte yazmıştık. Okuyacağınız, onun cümlelerini de metne kattığım bir “Baba-Kız” hikâyesi:

“Maziyle ör(t)ülmüş bir günde; arkadaşlarından Haluk Bey dedi ki: “Nuri Bey, bilmem hiç baktın, dikkat ettin mi? Orası bir âlem… Acayip insanlar var., kimi dinî kitap koku satar, kimi misvak, kimi etrafı süpürür! Dikkat et!...orası tekin değildir.”*

Böyle adamları bilirdi.

Onların vazifesi kazanmak değil, galiba kazandırmaktı. Yüzlerindeki nur, bakışlarındaki mânâ derinliği… yüzleri yorgun, gözleri durgun ve dalgın, hareketleri yavaş, sattıkları malı değerinden aza satanlar, “ne verirsen ver!” diyenler. Ötelerden buraya çok özel bir vazife için ışınlanmış, dışımıza tahammül eden, içimizi kucaklayarak, feyizlendiren esrarengiz insanlar…”

Gerçekten de aralarında bir tanesi vardı ki derhal ilgisini çekmişti. Uzun boylu, sakallı, etraftaki çeri çöpü toplayan, süpüren; bir başka âlemin müşahedesiyle sessiz. 

Ki gözgöze geldiklerinde bakışlarındaki mıknatıslı ifade, Nuri’ye eşsiz menentsiz kesif duyguların kapısını açmıştı. Bu farklılık ve sıra dışılık bile, kalbine muhatabının harikulâdeliğini fısıldıyordu.

Konuşmaz, kimseye bakmaz, sanki hep “VAHİD’le” ilgili, kalbî mazarratlardan hep uzak…  Muhtemelen dünyalık kelamla vakit kaybetmek, İlâhi Rızaya mugayir şeylerden kendini korumak için dilini tutuyordu.

Ankara’ya her gelişinde, türbeyi mutlaka ziyaret edecek, soluklanacaktı. “Büyük mânâ erinin” huzurunda, bir “BAYRAM havası” ruhunu kaplıyordu.

 Ölüm gözünde küçülüyordu veya o kadar büyüyordu ki bir “buluşma noktası” halinde dipsizliğe uzanıyor, bazen semavî ulvî bir düğünün davulları kulağına kadar geliyordu.

Öyle bir merkezdeydi ki “namütenahi gelen nur, burada toplanır ve görünen âleme aksederdi. Burası ziyaretçilerle dolup taşan, derûni bir mâkesti.”

Gözleri cami avlusunda yine O’nu arayacak ve çoğu defa “Muhtereme” rastlayacaktı. Bir özelliği daha alâkasını celbetmişti. 

Kimseden para istemez, fakat seçtiği bazı kimselere “Sen bana biraz yardım edeceksin” derdi.

Hislerinin coşkunluğu, Nuri’yi de mukabele, gönlündekini aşikâr etmeye; en azından bahse değmese de müstesna bir şahsiyet için bir şeyler yapmaya zorluyordu.

“Para versem kabullenir mi, yoksa hürmetsizlik mi ederim” diye aklından geçirdi. 

Fakat en nihayetinde, gönül hareketliliğine, cebreden sevgisine söz geçiremedi. Titreyen ellerle bir miktar parayı, kalbini çelen zata uzattı.

“O da aldı ve sağ elini göğsüne koyarak, teşekkür etti. İrtibat artık kurulmuştu. Nuri, ilgi alanına girmeyi başarmıştı.”. İnşallah deftere yazılmıştı. 

Bir diğer karşılaşmalarında; sanki akrabalık depreştirmesiyle, hasret sıkıştırmasıyla hararetle kucaklaştılar. 

Yüreğindeki tıkanıklığın açıldığını, bir arınma işlemiyle sağaldığını, kiriyle beraber şahsiyetinin de silip süpürüldüğünü hissediyordu. 

Ve bu bir çeşit zafer, sevinç gözyaşına karışıyordu. Yahut sevdalı gözyaşları, gizli bir akışla Nuri’yi dertop etmiş, önüne katıp götürüyordu.

 Başka bir görüşmelerinde “bilge”, arabasının bulunduğu mahalle kadar onu geçirmiş, derin bir mahcubiyet hissi içinde bırakmıştı. 

Hiç altta kalmazlar, daima daha güzel, ileri, mükemmel davranış örnekleri sunarlar; hayırda olgunlukta yarışırlardı.

Nuri, hiç tereddüt etmiyordu ki bu zarif kâmil kişinin, zatına ve yaratılmışa olan sevgisi de üstün ve yücedir.

Arkasından yine hüzünlü, işveli, cûşişli, raks eden damlalar…

Devam Edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi