Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Seven

Seven

Kullarını çok seven Allah, sevgiyi de göğüslerine yerleştiriyor.
Muhyiddin i Arabi Hazretleri “Yaratılmış bütün varlıklar “Seven” durumundadır.”
buyuruyor.
Büyük veli bütün canlılardaki, özellikle insandaki sevme potansiyeline işaret ediyor.  Sevgiye çoğu karşılık veriyor, sevgiyle büyüyüp gelişiyor,  hassasiyet gösteriyor.
 Ama ille de insan... Yetenek ve yaratılış olarak en üstün kılındığı ve aşk tecrübesi, gücü de bütünüyle ona verildiği için; sevgi özü ve yüklemesi onu  “sorumlu” tutuyor.
Yerine ve çıkış gayesine uygun kullanılmazsa “sorunlu” da kılabiliyor.  Çünkü mutlaka “doğruya” evrilmeli. Bu da doğar doğmaz, hemen olmuyor.
 İmtihan sırrı gereği, yavaş yavaş öğrenilerek, aşama kaydedilerek akışa, Maşuka doğru yola koyuluyor.
Hâlbuki “dünya kuvvetleri”, sevgiyi saptırmak, şaşırtmak, eğretilemek için ne mümkünse yapıyor.
Hakikî sevginin yerine sanal, hava değişimi olarak görülen “havaî takıntılar”, kısa duraklamalar alıyor.
Aşkın çok uzağına düşmüş, ayıklanması gereken “çağdaş benlik sayıklamaları”…

“Seven” tanımı artık İngilizce “Seven” dir, rakamdır, niceliktir. Anlam değil, görüntüdür. İnsanlık yolunda, zevahiri kurtarmaktır, insanlık değil…
Esasen gerçek sevgi reddediliyor. Sevenin güzelliğe eğilimi var. Ama biz şekil güzelliğinde takılıyoruz. Perdemiz olan ne çok sûret vardır. Başta kendi sûretimiz…
Sûretin gerisi, sathiliği, aslî kaynağı; sonucu, vardığı yer de mühim(!) değildir bizce. Yeterince önemseseydik, aradaki engelleri fanîlik payını fark eder ve ardındaki Bakî’yi yakalardık.
Dolayısıyla şekil değişip, eskiyince ya da ifna olunca duygularımız değişmezdi.
Sevgi sınamalarında kaybolmalarımız/yıkımlarımız çoğalıyor. Zira hislerimiz de yüzeydedir, sûretadır.
Derinleşme, anlamı, tefekkürü, Hakîkati görüp tezekkürü ve manevî teşekkülü gerektiriyor.

Sevme duygusunu tahrif etmeden, yerli yerince işletebilmek; diğer varlıklara da yöneltip, hayatımızın ana ekseni haline getirebilmek için; nefs tezkiyesi, yahut Arabi hazretlerinin ifadesiyle “Hakk’ın kuvvetinin bir nişanı olarak…bütün fertlerde bulunan.. insanı insan haline getiren düşünen nefsi kuvvetlendirmelidir.” Bizi hakikate çağıran aklı… (Allah kimleri Sever, Hayykitap, İbn Arabi, sh. 100)
Dağılmayan, sadece dışarıda değil, içimizde oluşan bir çeşit “ortak akıl”. Gönlümüzde “işlenen”, varlığını Hakk’a bağlayan selim akıl…
Çoğumuz hatalarımızı beğenir, günahlarımızı severek mazeretlendirerek işleriz. Hatta delillerini -aşikâr ederek- kuvvetlendiririz.
Halimiz böyleyse “seven” durumunda olmak zorlaşacaktır.
Aşk aynasında kendini görüp açabilen, “mânâsını” anlayabilen, nefsini de aşacaktır.
“Ben” sevgisinden, Hakk sevgisine erişebilmek ağır ve çileli bir yolu elzem kılabilir.
Gerçek “seven”se yolun zahmetlerine severek katlanacak; çok sevdiği benliğini kurban verecektir.
Nereye dönersek dönelim, orada Allah’ın yüzü varsa, seven-sevilen ikiliği de yoktur. Hepsi aşkta kaynamıştır.
Seven/âşık kendini bulamaz ki; isim sıfat, cisim iddia etsin, hak istesin.
O ancak Hakk’ı talep eder.

Hakikî aşkla başı hoş olan ‘üstü(n) seven’se  “dağılmıştır” ki sevdasının tozları, hâlâ tüten dumanı bize kadar ulaşır. Mesela:
“Bilmiyorum, o bâdeden nasıl yok olup gitmişim,
O mekânsızlık içinde, bilmiyorum nerdeyim.
Ân olur, boylarım denizin dibini,
Ân olur, bir güneş gibi yeniden yükselirim.
Ân olur, bir cihan gebe kalır benden;
Ân olur, dünyaya bir cihan getiririm.
“Tûtî gibi canım şekerler ezerken,
Ansızın sermest olup tûtiyi dişlerim.
“Hiçbir yere sığmam ben bu âlemde,
Mekânsız yârden başkasına yar değilim.
Ben o sarhoş karasevdalı rindim ki
Cümle rintler içinde gırgır, şamata benim.
“Niçin kendine gelmiyorsun?” diyorsun bana;
Sen bana bir göster kendimi, ben kendime gelirim.
Anka’nın gölgesi öyle bir okşadı ki beni,
Sanki o gölge kesilmiş de Ankâ benim.
Güzelliği gördüm; sarhoştu ve hep diyordu:
“Belayım ben, belayım ben, belayım.”
Her yandan cevap geldi ona, yüz candan:
“Seninim ben, seninim ben, seninim.”
Sen o nursun ki Musa’ya hep diyorsun:
“Hüda’yım ben, Hüdayım ben; Hüda’yım.”
“Kimsin?” dedim Şems-i Tebrizi’ye;
“Sizim ben,” dedi, “sizim ben-sizim.”* diyor Yüce Mevlâna…
*Tasavvuf; William Chıttıck; İz Yayıncılık; sh. 201

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi