Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Şans

Şans

Şans… Ne uğurlu, ne kutlu kelime! Bilinmeyen ve zaten biraz soyut ya da manevi bir kaynaktan beslenen, insanın sırtını en zor anlarda bile görünmez eliyle sıvazlayan o dostane ve belki biraz da ilahi destek…

Kimileri zaten hep şanslıdır, öyle değil mi? Kimileri de hep şanssız, bedbaht… ilk grubu, imrenme ötesinde, belki biraz da kıskanç gözlerle izleriz, hayatımız boyunca. Hatta ‘Maşallah’ demeye bile varmaz dilimiz, o an bizi esir alan haset ve fesat duygular yüzünden. Çatlarız bile onların bu şanslarını gördükçe, ne diyorsunuz? İnsan hep mi dört ayak üstüne düşer canım, öyle? Diğer grup ise, kendilerinden köşe bucak kaçılması gereken kişilerden oluşur. Neme lazım, belki bir öksürük, hapşurma ya da nefes yoluyla onlardan kapabiliriz bu illeti; uğursuzluk zilletini…

Aslında, şans mefhumunu, işin aslını, hikmetini ve istikbalini asla göremeyecek kadar hünersiz bakan aciz gözlerimizle görüp anladık sanırız, güya. Öyle anlık ve hemen kolaycacık… Gidişatından bellidir ne de olsa, işin varacağı yer. Tabi. Yol ayrımları, köşe başları ve kilometre taşları hiç yoktur zaten hayatın! Kişiyi şanslı ya da şanssız diye klasörlemek çok basittir. Şans canım, rengi ya soluk ya da fosforlu diye net, belirgin ve kesin bir şekilde ikiye ayrılabilecek kadar açık, net ve görünür olan şey işte!

Şimdi tek tek örneklendirmeye gerek mi var, yok güzellikmiş, zenginlikmiş vb diye doğuştan gelen ya da gelmeyen envai çeşit şeyi? Hele doğarken ‘getirilen’ bu donatılardan başka, bir de, hayat yolundaki her adımda, işlerin yaver gitmesi gibi, işte başta bahsedilen, o sırt sıvazlayan ve arka çıkan görünmez güç için, milyon tane senaryo uydurmaya da gerek yok, şimdi. Anlatabildiğimi umuyor ve devam ediyorum bu yüzden.

Aciz bir akılla, şans/şanssızlık, ya da, şanslı/şanssız bir iş diye algılayıp anladığımız türlü durumun içindeki hikmet ve akıbet, tamamen, geçen zamana bağlı olarak açığa çıkıyor, oysa. Az önce demiştim ya, yol ayrımları ve sadece adım attıkça aydınlanarak, ancak o sırada görünebilen ’sensorlu’ yollar var. Önceden görülüp kestirilmesi imkansız ve böylece de gizemini her zaman koruyan… O yolların tam içindeyken, onca zaman sırt sıvazlayan el, birden bire yumruklamaya başlayabilir, sizi. Ya da, ite kaka yürüyüp geçtiğiniz ve böylece de sizi aslında çok yoran ve yıldıran yolların sürtünme katsayısı, bir anda, sıfıra inip kayganlaşabilir, sizi düşürmeyecek ama uçuracak bir şekilde. Hiç enerji harcatmadan ve yormadan sizi ilerleten adımlarınız olabilir yani artık, bundan sonra. Hayat… Başlı başına şaşırtıcı ve ezber bozan bir kurgu değil midir zaten?

Doğuştan verilen özellikleri de, şans ya da şanssızlık olarak betimleme konusuna ise, çok kısacık değinecek olursak: o akıbet ve hikmet konusunda, yukarıda yazdıklarım aynen burada da geçerlidir. Hem, uzaktan hoş gelen davulun sesi, yakında olunca, belki kulağı patlatır. Mesela zeka diyelim. Uğursuz bir yük olabilir, sahibine. Ve tam tersi. Uzaktan sadece kulak tırmalayan bir keman sesi, yakında olunca, ruhu okşayabilir. Belki yüzdeki bir çirkinlik, kadersel bir uğura ve güzelliğe yol açar yani. Ve tam tersi! Hülasa, bilemezsiniz. Bilemeyiz. Bilinmez.

Toparlarsak, işlerin iç yüzünü, hikmetini, nüvesini ve manasını; önünü, sonunu, istikbalini ve akıbetini bilmeden, bir kişi, iş ya da oluş için, şanslı ya da şanssız gibi bir yargıya varmak, en basitinden, talihsiz bir cehalet ve beyhude bir çabadır, hepsi bu.

Bir televizyon dizisindeki bir karakter, “sen işin sonuna bak” derdi hep. Öyle hemen sevinme ya da üzülme anlamında. En yalın şekliyle bunu söyleyebiliriz biz de, en azından.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Ayşe Aslı Duruk Arşivi