Bulutların Yanına Oturmak
İlk kez uçakla yolculuk yapacak olan bir çocuğun, yolculuk öncesinde yaşadığı sevinçli heyecanı ve meraklı coşkuyu ben de aynı şekilde hissettim o an sanki.
Bulaşıcı duygular işte... Çocuğun o ele avuca sığmayan taşkın halini görünce...
Pencere kenarına oturup dışarıyı izlemeyi "bulutların yanına oturmak" diye betimliyordu örneğin. Düşünsenize: bulutların yanına oturmak!
Sonra kendimi düşündüm. Ya da, herhangi bir yetişkini. Yaşamış, bilmiş ve öğrenmiş olan birini, yani.
Deneyimli. Merakın yerini bilgiye; heyecanın ise kabullenişe bıraktığı o bilindik sıkıcılığa adım atmış olan birisini düşündüm.
Ne vardı sanki bir uçak yolculuğunda o kadar heyecanlı olan? Sahi, neydi? Hepi topu bir tayyare değil miydi işte? Uçmak ve bulutlar, evet. Tamam, peki. Ee?
Kaldı ki, o hep bahsedilen 'içindeki çocuğu yaşatmak' işi var ya... Onu en iyi yapanlardan birisi olarak söylüyorum ben bunları şimdi. Yetişkin bireyleri ve olgun bir mizaca sahip olanların yaşadıkları heyecansızlığı ve sıkıcılığı varın siz düşünün artık! Değil bulutların yanına oturmak, Ay'a yolculuk yapsalar bile bu durum, kalp atış ve nabız hızlarında herhangi bir değişiklik oluşturmazdı onların belki de.
Fakat hazır ismini anmışken, Ay'ın öteki yüzünden dem vuralım o halde bir de. Görünmeyen, karanlıkta kalan ama görünen tarafı kadar var ve gerçek olan yanından. Yazının başında, deneyimsizliğin verdiği heyecanı, coşkuyu ve merakı her ne kadar güzellemiş olsam da, hayatın buz gibi yalın ve gerçek; ateş kadar yakıcı ve kavurucu tezgahlarından geçmesi icap eden saflık, cehalet, iyimserlik ve çocuksuluk dönemlerinden ve dönemeçlerinden bir parça da olsa geçmiş olup, bir karışlık yol almış olmak bile güzel. Hatta sorsanız, yaşama karşı pür iyimser ve çocuksu bir heyecana kapılmaktansa, şimdiki temkinli ve tecrübeleri duruşumu tercih ederdim zaten. Ki tekrar altını çizeyim, içindeki çocuğa çok fazla zaman ayırıp emek veren; onun bakımı, çocuksu ihtiyaçları ve kaprisleriyle gereğinden çok daha fazla ilgilenen birisi olarak söylüyorum bunları. Az evvel andığım yollarda bir karış da olsa ilerlemiş olma deneyimini, şimdi karşılığında milyon paralar verseler bile satıp vermezdim kimselere örneğin.
Her ne kadar, bulutların yanına oturma fikri beynimi gıdıklıyor ve aklımı çeliyor olsa da... Yok kalsın, almayayım. Başa dönmeyi; o ateşlerin içinden tekrar geçmeyi ve buzların üzerinde yürümeyi istemezdim. Yok, yaşanmış herhangi bir trajediye, felakete ya da travmaya binaen böyle düşünüyor değilim şimdi. Bilakis, kendimi bir çok konuda şanslı bulurum ama dünya sahnesinden ve platformundan söz ediyoruz sonuçta. Buranın cennet olacağına dair bir söz almadık. İşte o ateşler, buzlar falan... Fizik kuralları, tabiat yasaları...
Bulutların yanına oturma hayalini ve fikrini ise, başka bir hayat olasılığı için saklamayı tercih ediyorum şu an.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.