Kavuşum
Kişisel tarihimin en eski zamanlarından bu yana bildiğim ve tanıdığım bir çift göz var. Biraz bilge, biraz da yaramazca bakan sıcak bakışlar... Ardından ıraklaşan, zamanla kaybolan bir çift göz... Fakat o eski zamanlardan beri beni bilen ve tanıyan kişi, nihayet, şimdi yıllar sonra, seneler sonra şimdi, tam da bu vakitlerde ve bu zamanda yeniden, yine yoluma çıkıyor, koluma giriyor, hem yolumu hem de göğümün karanlıkta kalmış taze ve eski karanlıklarını aydınlatıyor.
Zihnindeki çokluk diline; gönlündeki zenginlik bakışlarına yansıyor, eritiyor. Eriyorum. Özlem duymak ne kelime, hasretini çektiğim anaçlığı ve dostluğu aynı anda getirip önüme koyuyor. "Hiç bir karşılık, çıkar ve menfaat beklemeden, gütmeden, sırf mükrimliğin gereğince böyle yapanlar var mıdır hayatta?" diye sorduğum sorulara verilen sevinçli ve müjde dolu bir "evet!" cevabının insan kılığına bürünmüş haliyle tatlı tatlı yüzüme bakıyor, evine misafir olduğum sıcacık yuvasının içinde.
Ve insan dışarıdan nasıl göründüğünü, ne şekilde algılandığını az çok bilir. İlla ki bir miktar bilir bunu. Sezer. Fakat onun yanındayken, beynimin bana o bilgiyi veren kısmı tamamen iptal oluyor ve düşünmüyorum bunları; kendimi ve nasıl göründüğümü. Varsın deli desin, varsın akıllı desin, hatta iyi ya da kötü bir insan... Eski tanışlıkların hatrı böyle bir özgüven ve umursamazlık veriyor işte insana; dışarıdan nasıl görüneceğinizi hesaba aldırmayan ve kattırmayan. Bir de tabii, işin eskiliği ve hatrı kadar, onun güncel ve taptaze anaçlığının ve kucaklayıcılığının da bir hayli payı var bunun böyle olmasında.
Sonra beni mutfağa davet ediyor. Mutfağına. Bir ilişkinin yakınlık derecesini birinci sıraya koyan odaya. Odasına. Öyledir. Ancak çok yakın kişiler mutfağa davet edilir. Ya değilse içinde ağırlanacağınız oda salondur. Bir ev sahibi eğer sizi mutfağına davet ediyorsa, dilinden gönlüne düşürmüştür sizi yani. Sadece lafta bırakılmamış bir samimiyetin ve candanlığın en orta yerine...
Ve o da beni mutfağına davet ediyor...
Muzip kadın. Oyuncu ve eğlenceli insan, beni mutfağına davet ediyor. Yaptığına bakın yine! Masum görünüşlü küçük bir puding tabağının içine kocaman bir kurabiye gizlemiş. Sadece o mu hem? Salatasını, çorbasını sevdiğim... Teşekkürünü nasıl sunacağını bilmeyen bir sokak dilencisi jargonu takılıyor dilime o sırada, el mahkum. "Allah razı olsun." diyorum. "Hem karnımı hem de gönlümü doyurdunuz."... "Ne olacak ki?" diyor. "Akşam Faruk Amcanla yiyeceğimiz yemekleri yapmış oldum ben de". Fakat, nasıl doyurmuşsa artık, günlerce acıkmadım ben o misafirlikten sonra. Faruk Amca'yı bilmem...
Vaktin dolduğunu, havanın kararmaya başlamasından ve içtiği 4. çaydan sonra anlayan bir misafir gibi kalkıyorum ardından, üzerine saatlerdir iliştiğim geniş ve bir koltuğu andıran mutfak sandalyesinin üzerinden.
Ne tatlı, çok tatlı, pek tatlı misafirlik oyunumuz da bitiyor sonra. Oyun dediysem, işin kurmacalığını ya da sahteliğini kastetmiyorum ve fakat. Dedim ya, hem kendisinin mizacında bulunan anaçlık ve bilgelik, hem de zaten onun çocukluğumu bilmesi hasebiyle, bu ilişkinin her kuytusuna sinmiş olan buram buram bir çocukluk ve masumiyet kokusu var zaten.
Fakat şimdiye kadarki en tatlı ve candan misafirliğimi yaptığım o görüşmede konuşulanlar bana kalsın, olmaz mı? Entelektüel, zeki, donanımlı ve biraz da gizemli hatta mistik bir tarafı bulunan bir kadının sohbetinin sizi yeni paragraflara başlatan ve size yeni kararlar aldıran etkisini bir başkasına aktaramam zaten. Sizin payınıza da içine kocaman bir kurabiyenin gizlendiği, şaşırtmacalı bir puding tabağı düşsün o halde!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.