Ruhlar geride kalınca
Günümüzün en büyük meselelerinden biri de herhalde; teknolojinin, özüne yönelik çağcıl bir şiddet, amansız bir hız karşısında, ruhumuzun ezilmesidir.
Elbette karşı çıkamayız fakat teknolojik bazı gelişmelerin getirisinin, yanlış kullanımının ve maneviyattan uzak, tamamen maddiyata dönük olumsuz bir telâkkinin de, bu vakıada payı vardır sanıyorum.
Ünlü yazarlarımızdan Reşat Nuri Güntekin bir yazısında, hızlı, atletik(!) enerjik zamanların hediyeleri konusunda, farklı ve önemli bir tespitte bulunuyor:
“Yeni bir icat yalnız manzaraları ve hayatı değiştirmekle kalmıyor; duygularımıza, dünyayı görüş tarzımıza da tesir ediyor.” (Anadolu Notları I-II, İnkılâp Kitabevi)
Neticede; baskılı zamanın hep koşmaya, rekabete, bedeli ne olursa olsun mutlak kes(k)in başarıya yönlendirmesiyle; deruni inşaya vakit bırakmamasıyla uyuşuk, dirençsiz kala kalıyoruz.
Bu taciz karşısında; nereye ulaşacağımızı, ne yakalayacağını bilmeden mütemadiyen acele ediyor, telâşlanıp duruyoruz.
Her şey elimizin altında; hızla yaşıyor, hızla kalkıyor ama yorgun, huzursuz ve (u)mutsuz âdeta bütün eşyayı sırtımızda taşıyoruz.
Bir Kızılderili sözü, “Çok hızlı gidiyoruz, ruhlarımız arkada kaldı” diyor. ( İsa Yar, Saklı Sözler, Şiir Vakti Yayınları)
Şüphedeyiz; içe dönük, b(ezgin) ruha; acaba safra, zavallı, cami avlusuna bırakılacak, gayrimeşrû bir çocuk muamelesi mi ediliyor.
İkide bir vicdan, özeleştiri, muhasebe isteyen, nedamet gösteren, daha bilmem ne öne süren bu sırlı mahlûk(!) hemen izalesi, izolesi(!) gereken bir terörist, bir an evvel define karar verilip geldiği yere postalanacak muzır bir yaratık olarak mı hayalleniyor.
Ruha bakışımız sorunlu mu; o geride mi, yoksa geri(mürteci, modası(!) ve hükmü geçmiş) mi? Tevatür mü, efsane mi?
Beden, kuru yavan akıl ile beslenirken, ruh besinsiz gıdasız mı bırakılacak; karanlık, in cin cirit atan köşelerde icabına mı bakılacak; soyut şerli kurşunlar mı sıkılacak.
Biçare, yoksa avaz avaz bağırırken, haddi mi aştı.
Beyaz kefen giyip, ölmeye ne vakit yattı, ruhsuz cesetler ortalıkta mı kaldı?
Kayıp Ruhlar Ordusu, arafta mı sıkışıp daraldı.
Ruhla birlikte acaba nezaket, sulh, hoşgörü, anlayış da mı yaya kaldı.
Ruhlara duyulan güvenden, tesanütten, da(ya)nışmadan geriye ne kaldı?
Ki medyum masalarında bile çağrılmazdı.
“Gönül evine, dünya evine bir türlü giremedi.
Bezm i Elestlerde, ahret meclislerinde boynu bükük mahzun bakakaldı.
Metalaşmadıktan, tüketilmedikten sonra ruh muh ne işe yarardı.
Kemiyet, ağzımızın içindeki kemikti. Keyfiyeti kim takardı.
Ruhumuzun balistik değeri kaçtı?
Mesaj, Melek Cebrail’in boynunda asılı kaldı.
Şeytan aldı da Tamu’ya kaçtı.
Ah benim yoksul ruhum değerin kaçtı?” (Hüzeyme Yeşim Koçak, Ey Ruh(um) Geldinse Masaya Vur, Romantik Kitap)
Onun sesini, şarkısını duyan; ruhu uyandıran kimler vardı?
Hız yaparken, yollarımız mı kendimiz mi kayıptı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.