Ramazan’ın lâtif sesi
Hayırlara vesile olmasını dilediğimiz, mübarek Ramazan ayını, güzel pâk gönüllerin sözleriyle selamlayalım:
Şems Hazretleri’yle başlayalım. “Din ve Hakikat Güneşi” Efendimiz’den (S.A.V.) bahisle açılalım:
“Söz sırası Hazreti Mustafa’ya (s.a.) gelince, bir şey söyleyemem. Çünkü onun işi pek yücedir. Şüphe yok ki, Allah onu kerem denizine batırıp çıkarırken mübarek bedeninden serpilen nur damlacıklarının her birinden bir nebi, bir peygamber türemiştir. Geri kalan damlacıklardan da Tanrı velileri (evliya) yaratılmıştır. Öyleyse, onları nasıl birbirine yaklaştırabilir? Ancak en son gelen evvelkilerinden daha üstündür derim. Sonra nasıl olur da başka bir nebiyi, Hz. Muhammed’le (s.a) karşılaştırabilirim? Bu, bana ilim tahsil etmeden, akıl ve emek sarfetmeden bildirildi. Bu hal ona uymuş olmamın bereketidir. Onunla birlikte konuştuğum ilk söz de bu idi.”
…
Rabia Sultanı hatırlamamak imkânsız:
“ Ey sırların alimi olan Allah’ım! Düşmanların dünya işlerini düzene koy.
Dostlara da daimi olan ahreti ver. Ben ise bu ikisinden de azadım.
Sana sadece bir an için yakın olabilirsem dünyamı da ahretimi de elden versem gam yemem.
Bu ikisini elden verip sana yakın olmak bana yeter. Çünkü her zaman için bana yetecek olan sensin.
Eğer dünyada ve ahrette senden, senden başka bir şey istersem kâfir olayım.”
Hakk Teâla kiminle olsa, o her şeyin sahibi olur. Yedi deniz ayakları altında köprü olur.
Ne olmuşsa, ne varsa ve ne olacaksa hepsinin bir benzeri vardır. Sadece Allah’ın bir benzeri yoktur.
Onun dışında neyi ararsan benzerini bulursun. O daima eşi ve benzeri olmayandır.”
…
Hakk Şarabı içmişlerden, büyük sufi Feridüddin Attar’dan bir gazel şimdi de:
“Yarı sarhoş başlayacağım bu gece,
Ayaklarım raksetmede, bir kadeh tortu elimde.
Sefiller çarşısına çevireceğim yönümü,
Ne varsa kaybedeceğim bir saat içinde.
Daha ne kadar yalandan teşhir edeceğim kendimi?
Daha ne kadar tapacağım kuruntuyla bu nefese?
Paramparça edilmeli hayal perdesi,
Zahitlerin tövbesi çevrilmeli pestile!
Alkış tutmam için gün doğdu bana;
Daha ne kadar kalacağım ayağım bağlı beklemede?
Sâki, gönül açıcı bâdenin tam sırası;
Kalbim terketti beni; bir hüzün çöktü içime!
Döndür kadehi, alalım çerh-i feleği
Erler gibi ayaklarımızın altına biz de.
Paramparça edeceğiz Müşteri’nin hırkasını,
Mest edeceğiz, kıyamete dek şarap sunacağız Zühre’ye.
Terk edeceğiz tüm yönleri Attâr gibi,
Elest’ten ötürü başlayacağız raksetmeye
Yönsüzlük içinde
…
Hazreti Mevlâna nefesi, kalpleri ışıtsa gerek:
“Dostu aramak farz olmuştur âşıklara,
Boşanarak yüzüstü sürünen seller gibi O’nun ırmağına.
Kaldı ki isteyen bizzat O, bizse gölgeler gibiyiz;
Ey bütün konuşmalarımızda hep O konuşmakta.
Kâh çağlarız seller gibi Dost’ın ırmağında,
Kâh bir su gibi hapsoluruz O’nun ırmağında.
Ve olur haşlanırız bir güveç çömleğinde havuçlar gibi;
O ise kepçe salar bir şeyler düşünerek boyuna.
Böyledir Dost’un huyu; dayar ağzını ta kuşağımıza,
Fısıldar durur, aksın diye bütün kokusu canımıza.
Canlar canı gibi gelir; çekilir ayrılık aradan;
Dost’a düşman tek bir can görmedim dünyada.
Eritir seni nazla, inceltir, kıla döndürür;
Değişmezsin yine de iki dünyayı O’nun bir kılına.
“Dost, Dost, nerdesin?” diyoruz Dost’la oturmuşuz da,
“Nerdesin?” diyoruz boyuna sarhoşluktan, O’nun yanında.
“Yersiz kuruntular ve uğursuz düşünceler
Gevşek bir tabiattan gelir bunlar, uğramaz O’nun yanına.
Sus, sus O övsün kendini
Ne ilgisi var senin “hay hay”ının O’nun “hay hay”ıyla”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.