Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Politik olunmamalı

Politik olunmamalı

En başında, dağlarda yaşardık. İlkel ama sahici kişilerdik. Dağlı ve samimi; vahşiliği hoş görülesi…Ne de olsa yalan söylemeyi bilmez, oyuna gelmez ve getirmezdik. Güvenilirdi, o dağ yaşamına. Dünyamız da zaten oralardan ibaretken, hayat basit ve tekindi, toptan. 2 kere 2’nin 4 ettiğini bulmak için, uzun işlemlere ve kafa yormaya, hiç gerek yoktu mesela.

Sonra sonra, şehirler çıktı ortaya. Kompleks yapılar, girift hayatlar, dolambaçlı yollar ve caddeler... Ne çok ima! 2 kere 2’yi geç, o zamana kadar öğrenilmiş olan tüm matematik, bambaşka sonuçlar veriyordu, şimdi. Cazipti de bir yandan, kentlerin vaad ettikleri. Renk, hareket, ışık falan. Dayanamadık biz de, bu cazibe merkezlerine. Basiretimiz ve görüşümüz bağlanmıştı sanki, çağıran şehirlerin gözbağcılık eden büyüsüyle. Biz de tuttuk, indik dağlardan. Geldik ve yerleştik. Şimdi hepimiz, şehirli olduk. Yalnızca bedenlerimizle değil; ruhumuzla, kalbimizle ve zihnimizle akın ve göç ettik kentlere; tüm varlığımızla topyekun. Bir parça yorulmaya, ne bileyim, hayat gailesine, ekmek kavgası gibi şeylere işte; en azından bu kadarcık bedel ödemeye de razıydık zaten, buralarda yaşayabilme pahasına. Dağ havasına alışkın ciğerlerin maruz kaldığı hava kirliliği vesaire, başka hikaye şimdi. Esas, kaybedilen, ya da, zorla gasp edilen samimiyeti ve gerçekliği diyeceğim ben şimdi…

Günü kurtarabilmek ve böylece de tüm bir hayatı kotarabilmek için, o girift hayatların ve ilişkilerin içinde yer yön kaybetmeden ilerleyip yol alabilmek için, öğrendik. Yoğurt üfleyecek kadar kuşkucu ve garantici olmayı öğrendik. Yani, birbirimizden şüphelenmeyi bilip belledik. ‘Akıllı’ olunmalıydı, buralarda. Yalan, riya ve aldatma, hemen hemen her bakışın, gülüşün ve sözün nüvesini oluşturuyordu. Bu mayayla büyüyüp genişleyen ilişkilerde var olabilmek ise, neredeyse hayatiydi, iyilik sağlık için. Sırf kervanımızı yürütmek, gemimizi yüzdürmek, samimiyetsiz yakınlıkların idareci ve böylece de ‘akıllı ve olgun’ kişisi olabilmek için, sahteliğin tüm gereklerini, vazgeçilmezlerini ve maskelerini takıp kuşandık. ‘Politik olmak’ diyorlar ya, iğrenç ve her zaman kazanan bir siyaseti kast ederek. İşte bu uğurda, o dağlılıktan, ilkellikten, doğallıktan ve gerçeklikten eser bırakmadık geriye. Politik olmalıydık, kaçarı yok.
Asıl vahşet, bu değil miydi, oysa!?

Fevri olup eli taşın altına koymaktansa; temkinin dozunu fazla kaçırıp, anında verilmesi gereken insani tepkileri ve refleksleri bile köreltiyorduk, artık. Politikleştirilmiştik ya hani… Bu durum, insanı, fazla budanmaktan dolayı, yalnızca bir odun parçasına çeviriyordu, halbuki. Nerede dağdaki yemyeşil ağaçlar, nerede şehirdeki odunlar! Hem de o odunlar, kendilerini, insan eli değerek, ağaçtan oyularak vücuda getirilmiş birer zanaat üretimi hatta sanat eseri sanıyorlardı.  

İnsancıl tepkileri ve insani refleksleri budama yoluna giderek, devasa bir hata yapmıştık, sözün özü. Politiklik maskeleri, insanın ruhunu, mimiklerine kadar emiyordu, çünkü. Sırf, ‘akıllılık’ ederek, kimseyle arayı bozmamak ve kervanımızı yürütmek adına yapılıyordu üstelik tüm bunlar. Menfaat bekçilerinin, kulak tırmalayan düdük sesleri duyuluyordu sürekli şehirlerin içinde, aynı siren sesleri gibi. Gürültülü şehirler…
Esas vahşet ve ilkellik, tam da bunlar değilse, başka nedir, bilemiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayşe Aslı Duruk Arşivi