Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

N’olacak bu bir kısım edebiyatçının hali

N’olacak bu bir kısım edebiyatçının hali

Kitap okumanın Türk insanının ihtiyaç listesinde 235. sırada yer aldığını; okuma alışkanlığında dünyada 86 olduğumuzu; Türkiye'de kitap okuma oranının (binde bir) tespit edildiğini duymuşsunuzdur. Okuma oranları böylesine düşükse yazarın, haliyle edebiyatçının, fikir adamının değeri de tartı(şı)lıyor, fazla rağbet görülmüyor demektir. Bu, günümüzden acı bir örnekti. Türk mutasavvıf ve düşünür, Şehbender Zâde Filibeli Ahmet Hilmi (1865- 1913), bir hakikat arayıcısının (Raci'nin) serüvenini, manevi âlemlerde yaptığı seyahatleri anlattığı A’mâk-ı Hayâl kitabında, konuya biraz değinir. Hazret bugünleri görseydi ne derdi bilmem ama dönemindeki durumu, ironi kokan bir dille hikâye eder. Aslında; yazarçizer düşünürlerin, aydınların sorunları bağlamında fazla bir şey değişmemiş, hatta durum ağırlaşmıştır. Seyahatlerinden birinde; Gökyüzünde her boydan, cinsten uçan Ahlâk yazarı, edebiyatçı, şairlere, filozoflara rastlar Raci. Ancak, belki de zaten seyrek rastlanan okurlara, okumazlara hak verircesine, aralarında hep bir anlaşmazlık, çekişme vardır. Karşılıklı konuşmalarsa sürer, ilerler gider. “En çok söyleyen ahlâk yazarı denilen zât”dır. “Bir ara söze, Çata isimli meşhur edebiyatçılardan biri karışır: “Azizim ahlâkçı! İşte burada yanılıyor ve hepimize iftira ediyorsunuz. Sizi temin ederim ki, biraz değişiklikle kıymetli eserleriniz herkes tarafından kabul görecek ve yüzlerce defa basılmaya layık görülecektir. Hatta yeni kuşaklara teşvik kamçısı olmak üzere, tiyatrolarca kabul görüp sahneye bile konulacaktır. Evet, bu eserler, ölmezlik sırrına erecektir. Evet azizlerim, evet..! Hepiniz düşününüz. Bugünkü hal, cidden düşünülmeye değer bir ilimdir. Yazı yazacak hemen hiçbir konu kalmamıştır. Çünkü zihniyetler değişti. Her hususta tuhaf ve garip değişiklikler baş gösterdi. Daha önce tuhaf ve taze sayılan şeyler, bugün yeni kuşaklarca ne tuhaf, ne de taze sayılıyor. Devir, her şeyde birçok, yenilikler mi diyeyim, yoksa delilikler mi diyeyim, olaylar icat etti. Bugün en ciddi eserler yeni kuşaklarca, gülünç ve saçma bulunuyor. Binaenaleyh hayatı bir makine, ruhu bir hayal, vicdanı basit bir mirastan ibaret görmek; yaşamanın manasını fedakârlık ve vazife gibi anlatan büyük adamlarla eğlenmek demek değil midir? Öyle ise ey muhterem öğretmen! Ey Ahlakçı! Siz, bir gün seçme eserlerinizle en meşhur komedi yazarı sayılacaksınız. Az sonra topluluk uçmaktan yorulur, yere inmeye karar verir. “Zavallı ahlâkçının sırtında mühim bir ilim yükü, bir çuval basılmamış eserlerin müsveddeleri” vardır. Ahlâkçı, uçuşun şiddetinden mi yoksa nutkun tesirinden mi pat deyip yere düşer. Uçuş arkadaşlarından doktor bir zat, ahlâkçıyı muayene eder: “Suphanallah! Mide bomboş, hazmedecek bir şey yok. Bu baygınlık, midenin kendi kendisini hazmetmesinden ileri gelme bir şey, der.” Müthiş bir öngörüyle (!), gelecek, maddeye tamahkâr zamanlar bilinmiş, “Hava bedava..” diye şiirler yazan Orhan Veli kıskanılmış olsa gerektir. Çünkü dertler azmış gibi, başka bir kalabalıkta, şu tip konuşmalar geçmektedir.(Aman yöneticilerimiz duymasın): “Hava almakta eşitlik yok. Her şeyden vergi alınan bir devirde, hâlâ hava üzerine bir vergi konulmamış olmasına ne dersin? Bundan daha garip bir şey olur mu?” “Azizim! Cidden hoş söylüyorsun. Böyle bir vergi, teklif edilmeli. En az birkaç yüz milyon gelir elde edilir.” Olaylar ve konuşmalar devam ederken, Roman kahramanı Raci, “temizce giyinmiş” yazar ve edebiyatçı bir zat tarafından “Akrabaları gibi faydalı eserler yazmaya vakit ayırmayıp, ömrünü boş yere geçirmekle” suçlanır. Bu zât küçümseyen bir bakışla: “Bak, ben bu sene mükemmel bir eser yazdım. İsmini söylesem ne çıkar. Çünkü bir şey anlaşılmaz. Şu kadarını unutmayalım ki, ilim kendi kendine kıymetli bir şey değildir. İş bilen adamların işlerini kolaylaştırması bakımından ancak bir önem ve kıymet kazanabilir. Bu gerçekleri bilmeyen âlimler, belki züğürtlerin takdirini kazanabilir. Ama kendisi ebediyen züğürtlükten kurtulamaz. Parasız bol alkışların ve takdirlerin, züğürt tesellisinden başka bir kıymeti var mıdır ki!” Önlerinde geniş bir meydan vardır. Meraklarını “Kambur Felek” ve “Kör Talih” denilen, herkese çeşitli eşyalar, hediyeler dağıtan iki kişi çeker. Anlaşılır ki “Herkesin nasibi başına düşmektedir.” Bekleyiş içindeki Raci, yazarlar sınıfındadır. Tesadüfen; “bir çuval basılmamış eserleri sırtında ahlâk hocası sol tarafına düşmüştür. Kambur herkese bir şeyler atmakta, nasibini dağıtmaktadır. Kimine kavun yedirir kimine kelek diyemeyeceğiz. Raci, başına düşen ağır şey, kısmeti dolayısıyla yuvarlanır… “Sersemlikten kurtulunca ilk işim, nasibime düşen, beni yerlere yuvarlayan şeyin ne olduğunu yoklamak oldu. Aman Yâ Rabbî! Bu, bir küfe çürük domates idi. Domateslerin bir kısmı başıma yüzüme bulaşmıştı.” Ahlak hocası, faziletli kişinin başına çarpan da bir sepet yumurtadır. Hakkına son derece razı olan zat, tam bir ciddiyetle yüzündeki, başındaki yumurta tabakasını parmaklayarak tıkınmaya çalışmakta ve şöyle söylenmektedir: “Bine yakın büyük yumurta… Bari kırılmasalardı; bir sene onlarla geçinir, senelerce taşıdığım basılmamış eserlerimin hiç olmazsa üçünü beşini bastırabilirdim.” Bu sırada, evvelce temiz elbiseli ve eserinin isminden bir şey anlaşılmaz diyen ve bir takım felsefeden bahseden zât, elinde bir kese altın olduğu halde gelir. Ahlak yazarının yumurta kalıntılarını parmakladığını, Raci’nin de kahkahalarını görünce der ki: “Yahu adamlar! Siz ne kadar budala şeylersiniz! Dünyada her şeyden faydalanma yolu varken siz aksini yapıyorsunuz. Eminim ki, elimdeki bir kese altını versem, bunu harcamayı da bilemeyeceksiniz. Haydi, birbirinizin yüzünü yalayınız, domatesli yumurta yemiş olursunuz. Haydi, durmayınız, vakit geçirmeyiniz.” Raci; aç yazar tarafından yüzü mütemadiyen yalanırken, gıdıklanmaktan katılarak, uykudan uyanır.” Türlü nasipler vardır. Salçalanma, boyalanma, damgalanma.. ama en korkuncu paslanmadır herhalde. Ahmet Hilmi Üstat haklı olsa gerek. Egemen(güç)lerin orasını burasını yalayacağımıza, yalama ilişkilerdense, bizim takımdan birbirimizi yalayalım, hiç değilse fikrinden zikrinden istifade ederiz, düşünceyle kuvvetleniriz, muhabbetle lezzetleniriz diye ümitleniyorum. Mürekkep yalamaksa elbette en iyisidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi
SON YAZILAR