Necip Fazıl'a dair
Dili, şahsiyeti, tefekkür-sanat gücü, sesiyle Türk Edebiyatının en muhteşem zirvelerinden. Onun büyüklüğü; çok yönlü etkileyici kişiliğinde de saklı. Hâlâ konuşuluyor ve herkes kendince yararlanabiliyor.
“Vefatı üzerinden yıllar geçtikçe, Necip Fazıl’ın “Ölümsüzlüğe ulaşmış’ bir şair olduğuna dair kanaatim kuvvetleniyor.(…)
Necip Fazıl Kısakürek üzerinde, ölçüyü kendi hislerimizden alıyoruz: Kötü şiir zaman içinde yağlı boya kırıntıları gibi dökülüyor. İyi şiir bir mucize gibi ikinci okunuşa, onuncu… yüzüncü okunuşlara dayanıyor. Şiir hârikalı besteler gibidir; bıktırmıyor, aksine huzur ve mutluluk veriyor. Şiir, ister yası kederi, ister neşeyi ve vuslatı anlatsın, eğer şiir ise anlattığı konudan da kopuyor. Yalnızca ses ve duygu hâlinde bize hayranlık bağışlayarak mesut ediyor. İşte “Üstad’ın şiirlerini son okuyuşlarımız bize bu hayret duygusu ile “ölümsüz olacak” hükmünü getiriyor. Nesirlerinin, piyeslerinin tümünü de şiirleriyle beraber okudukça, kendi içinde bütünlüğü olan bir âleme açılıyoruz. Ortaya koyduğu şiir hadisesine daha çok kapılıyoruz. Nadir lezzetlere yeniden kavuşmak hissi ruhumuz gibi tenimizi de sarıyor.
Bizi böyle bir hayranlıkla büyüleyen Şâirler, yaşımız ilerledikçe azalmaktadır. Eskilerden Yunus Emre, Fuzûlî, Bâkî, Nef’i, Nedim ve Şeyh Galip yenilerden az çok Abdülhak Hâmid, Ahmet Hâşim’le Mehmet Âkif, Tanpınar, Nazım Hikmet, Orhan Veli, ve bütünüyle de Yahya Kemâl kalmıştır.”(Ahmet Kabaklı, Sultanü’ş-Şuara NECİP FAZIL, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları)
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadeleriyle:
“Birkaç defa düşündüm; her hayat davetinin önünde, yelesi taze keskin bir bahar kokusu ile kabarmış bir küheylan gibi burun delikleri açılıp kapanarak şahlanan bu genç adam, kendisini şiirin dar nizamına sokmamış olsaydı acaba ne olurdu? Belki, zaferini terennüm eden tunç boruların akislerini ufkun dört köşesinden üstümüze bir altın yağmur halinde yağdıran bir kahraman, belki köksüz bir adam, belki de ve daha büyük bir ihtimalle sadece bir deli.”(Ahmet Kabaklı, Sultanü’ş-Şuara NECİP FAZIL, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları)
Üstad’ın en meşhur şiirlerinden biri olan “Sakarya Türküsü” tahlilinden. Prof.Dr. Nurullah Çetin’in yorumuyla:
“Türk milleti, mukaddes yükün hamalıdır. Fakat bu hamallık, Allah rızası için, karşılık beklemeden, tam bir fedakârlık ve feragat içinde yapılan hamallıktır. Bu çalışma ve fedakârlığın sonunda rütbe ve mal gibi verilecek maddî bir ücret yoktur.
Şair, hâle ve maziye birlikte bakıyor. Hâlin kötü durumuyla mazinin parlak durumu arasında mukayese imkânı veriyor. Tarihin derinliklerine gömülmüş, kehkeşanlara kaçmış eski güneşler, tarihî Türk büyükleridir. Anadolu’nun manevî mimarlarından Yunus Emre, tozu dumana katan akıncı orduları; yani Necip Fazıl’ın anlayışıyla mana ve madde kahramanları. Bu arada coğrafî anlamda yine büyük Osmanlı hinterlandını üç nehrin simgeselliğinde veriyor: Sakarya, Nil ve Tuna.
Sakarya, Anadolu’nun, Nil, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın, Tuna da Balkanların simgesidir. Buralar, Osmanlının hâkimiyet alanlarıdır. Şair, Türk-İslâm tarihinin ihtişamını ve bugün onlardan eser kalmayışını değişik unsurlarla hatırlatırken, hem bir hayıflanma içindedir hem de yeni bir hamle için zemin oluşturmaktadır.
Bu, yeni nesle tarihsel anlamda özgüven oluşturma zeminidir. Büyük bir tarihi yapan milletin çocukları tarihî misyonuna uygun olarak yeniden Büyük Doğu’yu kurabilir.
“Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?”
Sorusu aynı zamanda bir çağrıdır.” (Prof. Dr. Nurullah Çetin, Şiir Tahlilleri 1, Öncü Kitap)
“Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu” diyen şair, çağdaş Türk şiirinde sosyal meselelere ve insanın kendi iç meselelerine eğilen, bu meselelerle hemhal olan ilk isimdir. İnsanî değerler, insanın sosyal kimliği, ruhsal burkuntusu, yaşanan ve yaşanamayan hayata dair soru işaretleriyle dolu bir şiire merhaba demekteyiz. Bu durum, Necip Fazıl Kısakürek’te çatışan kaotik bir ruhsal yapının fay tabakalarını sergiler. Dev bir fay hattı, şiirinin tam ortasından geçer: Büyük Doğu fay Hattı!”(Ömer Aksay, Kaideyi Bozan İstisnalar, Hayykitap)
M. Orhan Okay’ın tespitleriyle:
“Geçmiş yüzyılları küçümseme, azımsama manasında anlaşılmamak şartıyla, o çok zengin, bereketli Türk yirminci yüzyılında Necip Fazıl’ın adı birçok bakımdan zirvede görünür. Hem bir takım elit sınıflar içinde, hem avam dediğimiz de dahil olmak üzere toplumun genel kitlesinde. Tabii bu zirveden bahsederken gerçek değer ile şöhreti birbirinden ayırmıyorum.(…) Necip Fazıl’ın şahsiyetiyle ona bağlı olarak zirvede gördüğüm şöhretinde, bir alan dağınıklığının veya daha pozitif bir sıfat kullanarak söylersek, bir konu zenginliğinin rolü var. Bir tarafta sanatkârlığı, şairliği ve tiyatro yazarlığı; diğer tarafta siyasi/ideolojik şahsiyeti yani çevresinin deyimiyle İslâm davacısı hüviyeti. Birinci haneye hikâyeciliği, romancılığı, senaryo yazarlığı gibi daha arka planda görünen sanatları da ekleyebiliriz. İkinci haneye ise dinî ve tasavvufî görüşlerini ve bu çerçevedeki fikrî makalelerinden didaktik yazılarına kadar doğurgan kalemini, aktüel ve siyasî fıkra yazarlığını, polemiklerini, sansasyonel ve spekülatif çıkışlarını dahil edelim. Bu ikisi arasında güzel sanatlar, felsefe, tarih konularında dikkate şayan ve vurucu yorumları da unutmayalım. Nihayet bu gibi mistik ve sanatkâr şahsiyetlerde sık rastlanabilecek olan inziva ve mahviyet sahibi değil, atak hatta yerine göre agresif ve daima geniş bir kitlenin lideri olma özelliği.” (Hece Dergisi Necip Fazıl Özel Sayısı)
Ve Dr. Necmettin Türinay. Geçtiğimiz Cumartesi günü, TYB Konya Evi'ndeki "Bir Dava Adamı Necip Fazıl" isimli konferansından noktalamalar:
“Ancak seçkin kullara mahsus bir özellik sahibi olan; Allah’ın kalpleri çevirmesi, döndürmesiyle duyulan, sevgisi gittikçe genişleyen, bilinçaltına yerleşen, derinleşen bir ulu kaynak.
Ana akımın, hâkim söylemin “Tek medeniyet, tek istikamet: Batı” dayatmasının aksine Âkif gibi Şark’ı; Büyük Doğu’yu işaret eden yenileyici, yol açıcı…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.