Nazmiye Gülbaş

Nazmiye Gülbaş

Mevlana Celaleddin Rumi'nin ölüm yıldönümü

Mevlana Celaleddin Rumi'nin ölüm yıldönümü

Mevlana, ''Hamdım, piştim, yandım.'' diye özetlemiş hayatını.

Bugün bile hâlâ tam anlaşılamayan büyük mütefekkir, mutasavvıf, şair ve bir gönül eridir Mevlana Celaleddin Rumi. ''Mevlana'' unvanı, dostumuz, efendimiz anlamında olmakla birlikte onu yüceltmek için söylenmiştir. Rumi, Rum diyarı anlamında o dönemdeki Anadolu'nun isimlendirilme şeklidir.
Asıl adı Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana Celaleddin Rumi 1207 yılında  bugün Afganistan hududu içinde bulunan Horasan yöresinin Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Asil bir aileye mensuptu. Babası Sultânu'l Ulema (Bilginlerin Sultanı) olarak da tanınan Horasan’ın ileri gelenlerinden Muhammed Bahaeddin Veled, annesi Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Bahaeddin Veled yaklaşan Moğol İstilası ve birtakım siyasi sebeplerden dolayı ailesini de yanına alarak Belh'ten ayrılmıştır.  İlk önce Nişabur'a uğramış, Bağdat, Hicaz ve nihayetinde Anadolu'ya gelmiş ve Konya'ya yerleşmiştir. Mevlana Hazretleri daha küçük yaşta Nişabur'da Ferîdüddin Attar Hazretleri’nin dikkatini çekmiştir. Mevlana Seyyid Buraneddin'den manevi dersler alarak 7 yıl hizmetinde bulunmuştur. 1225 yılında Gevher Hatun ile evlenmiş bu evlilikten Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi isminde iki oğlu olmuştur. Hayat arkadaşını kaybettikten sonra Mevlana ikinci evliliğini bir çocuklu Kerra Hatun ile yaptı ve bu evlilikten de Muzaffereddin, Emir Âlim Çelebi adında iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı oldu. O zamanda Anadolu'nun büyük bir kısmına hakim olan Selçuklu  idi ve Konya başkentti. Selçuklu en parlak dönemini yaşamaktaydı. Hükümdar Alâeddin Keykubâd'ın daveti üzerine Bahaeddin Veled Karaman'dan Konya'ya geldi. Sultanu'l Ulema Bahaeddin Veled ölünce talebeleri ve müridleri Mevlana'nın etrafında toplandılar ve ondan feyz almaya başladılar.
Mevlana'yı Mevlana yapan kişinin Tebrizli Şems olduğu ifade edilir. Şems ile karşılaşması ilginçtir. ''Ahmed Eflâkî’ye göre Şems-i Tebrîzî Konya’ya geldiğinde Şekerciler hanına yerleşti. Mevlânâ, ders verdiği dört önemli medreseden biri olan Pamukçular Medresesi’nden talebeleriyle birlikte çıkıp katırı üzerinde giderken ansızın Şems önüne çıkıp katırın gemini tuttu ve “Ey dünya ve mânâ nakitlerinin sarrafı, Muhammed Hazretleri mi büyüktü yoksa Bayezid-i Bistâmî mi?” diye sordu. Mevlânâ “Muhammed Mustafa bütün peygamberlerin ve velilerin başıdır” diye cevap verince, Şems “Peki ama o, ‘Seni tesbih ederim Allah’ım, biz seni lâyıkıyla bilemedik’ diye buyurduğu halde Bâyezid ‘Benim şanım ne yücedir. Ben sultanların sultanıyım’ diyor” dedi. Bunun üzerine Mevlânâ “Bayezid’in susuzluğu az olduğu için bir yudum suyla kandı; idrak bardağı hemen doluverdi Oysa Hz. Muhammed’in susuzluğu arttıkça artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı (el-İnşirah 94/1). Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha çok yakın olmak istiyordu” dedi. Şems bu cevabı duyunca kendinden geçti. Bir müddet sonra birlikte yaya olarak medreseye gittiler (Menâkıbü’l-ârifîn [nşr. Tahsin Yazıcı], Ankara 1959, I, 86-87; II, 618-620 ''
Bu büyük buluşma 1244 yılında gerçekleşir ve olmuşsa ondan sonra olmaya başlar. Bu tarihte Şems-i Tebrizi altmış Mevlana Celaleddin Rumi ise otuz sekiz yaşındaydı. Mevlana kamil bir insandı. Şems onu yansıttı, Mevlana'nın tinsel hazinelerini dışarı çıkartmasına yardımcı oldu.
Mevlâna Şems’te  Allah aşkı, "mutlak kemâlin varlığını" görmüştür. Böylelikle Mevlana kendisini dosta götürecek dostunu bulmuştur. Birbirini görünce mest oluyor, mana alemlerine dalıyor, ruhani haz yaşıyorlardı. Bu dostluğu çekemeyenlerce çeşitli dedikodular çıkartılmıştır. Kimlerine göre bununla da kalmayarak Şems'e bir suikast kurulmuş ve Şems ortadan kaldırılmıştır. Gizlice suikast yapıldığı rivayetleri bulunmaktadır. Şems'in ortadan kaybolmasından sonra Mevlana Celaleddin Rumi dostunu hasret dolu şiirler kaleme almaya başlamıştır.
Mevlana'nın diğer bir dostu da akranı olan Sadreddin Konevi idi. Önceleri araları pek iyi değildiyse de daha sonra güzel bir dostluk geliştirmişlerdir. Mevlana Celaleddin Rumi'nin cenazesini 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştuğunda Sadreddin Konevi kıldırmıştır.
Mevlana ölüm gününe düğün günü manasına gelen Şeb-i Arus demiştir. Ölümü sevgiliye (Allah'a) kavuşmak olarak görmüş düğün diye nitelemiştir.
Mevlana irşat görevini geride bıraktığı pek çok eserle devam ettirmektedir.  ''Gel ne olursan ol yine gel, bizim kapımız ümitsizlik kapısı değildir.'' derken ''gel'' ile davetteki mana tövbeye davet anlamındadır. Günahlardan dönmeye, sema ile arınmaya, namaza, ibadetlere, zikre, tefekküre çağırmaktadır. Değilse hem ziyaretine gelip hem de çıkışta eski günahlara geri dönmeye çağırmamaktadır.
Mevlana'nın geride bıraktığı onlarca eserden sadece birkaçı:
Mesnevî (İkili/ikişer ikişerli)
Divan-ı Kebir (Büyük Divan)
Fihi Ma-Fih (Ne varsa içindedir)
Mecalis-i Seb'a (Mevlana'nın 7 vaazı)
Mektubat (Mektuplar)
Selam ve dua ile...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nazmiye Gülbaş Arşivi