MAKİNALAŞMAK İSTİYORUM
Vefatının 50. Yılında çeşitli etkinliklerle anılan Orhan Kemal’in, kitapları için “Bir okurun hayatta rastlayabileceği, o çok nadir hazineler arasında yer alır” gibi ifadeler kullanılmıştır.
Onun biyografik ögeler de taşıyan Baba Evi romanında, makine ve insan münasebeti ile ilgili ilginç bir anlatım vardır.
İş yerine gelen, roman başkişisinin duygu ve düşünceleri şöyledir:
“Sabahları, herkesten evvel geldiğim sıralar, Elham, Kulhüvallahi okur, üflerdim. Fakat kolun demir ve tahta sessizliği fevkalade bir ciddilik içinde, tahtasını demirine bağlayan uçtaki tek somunuyla bana ters ters bakar, dualarıma filan boş verirdi.
Zaten şuna dikkat ediyordum ki, makinelerin bulunduğu yerde dualar pek zavallı kalıyordu. Muazzam volanların ve iniltili dev makinelerin santral dairesinde Allah, çiviye takılmış bir tülbent kadar aciz ve zavallı geliyordu bana. Makinede Allah’a isyan ediş, mazeret tanımayan, affetmeyen, miskinliği parçalayan sistemli bir hırs görüyordum. Onda hiçbir duanın stop ettiremeyeceği bir kudret vardı. Bu kudret beni ürkek bir hayranlığa götürüyordu. Makineyi seviyordum. Makine, insan kolunun gelişmesi, insanın en namuslu dostu, yardımcısı, kölesiydi ama makineden gene de korkuyordum.” (Orhan Kemal, Baba Evi, Avare Yıllar, Everest Yayınları, 2020, sf. 46)
Bu ne kibir, ne küçültme… Makine sevdası, tuttuğu yol uğruna, peşpeşe Yaratıcı’ ya kafa tutan, meydan okuyan alevden kelimeler.
Kurgu da olsa, yazarın dünya görüşü ileri sürülse, “toplumcu edebiyat” çerçevesine alınsa da; kabul edelim, bir parça inanç taşıyan okur için pek yenilir yutulur, hazmedilir satırlar değil. Vaktiyle çok daha hafifleri için, hop oturup, hop kalkardık.
Neticede her yazar bu cümleleri kurmaya cüret edemez. Bir ya(t)kınlık, eğilim olması gerekir herhalde. İncinir, o En Sevgili Varlığa haksızlık, nankörlük ettiğini, mukayesenin zavallılığını, en azından kitabın yazıldığı tarihteki Müslüman kamuoyunu düşünür vs.
Orhan Kemal’in, çok sevdiği Nazım Hikmet’in bir şiirini ve muradını hatırlayalım: “Makinalaşmak İstiyorum.
trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
beynimden, etimden, iskeletimden geliyor
bu!
her dinamoyu altıma almak için çıldırıyorum!
tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,
damarlarımda kovalıyor oto-direzinler lokomotifleri!
trrrrum,
trrrrum,
trak tiki tak
makinalaşmak istiyorum!
mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!”
Bir başka yönden, okuduğumuz kitaplar bizde ne gibi etkiler hâsıl eder. Mesela farklı bir yazara geçiş yaparsak, Yahya Kemal’in eserleri, bize neler duyurur.
Ruhen yıkıp devirir mi, kanatır mı, yoksa güzelim bir inşa; geçmiş, bugün ve (değerlerle irtibat açısından) gelecekle alâkalı bir devamlılık, bağlantı mı görürüz.
Yahya Kemal Beyatlı üzerine çalışmalar yapıp, kitap yazan Prof. Dr. Sadettin Ökten’e, yöneltilen tenkitlerden biri de; “Bu kitabı yazmakla Yahya Kemal’in imanına şehadet ediyor musun?” sualidir.
Benim merak ettiğim, benzer bir sorunun Orhan Kemal için de, geçerli olup olmayacağıdır.
Niyetim, şairlerle bazı yazarları kıyaslamak; iman ölçerle milleti sıraya dizip, not vermek değil elbette. Okur, Yazar; herkesin zevki, inancı, istikameti, faaliyeti kendine. Biz nefsimizden bîzarız.
Fakat Türkiye’de neye, hangi ölçüye göre, itibar kazanılıyor, rağbet görülüyor veya kişi saygısızca itibarsızlaştırılıyor.
Kitapları, çok ender hazine(!) olan başka kimler var?
Biz gerçek hazinelerimize yeterince sahip çıkabildik mi?
Sorular çok, cevaplar hazin.
Bazıları “küçük adamı” filan yazar durur da; dikkat edelim, yetiştirilecek “dini, ahlâkı bütün” iri bir istikbal vaat edilmiş yeni nesiller, “ufacık tefeciktin, sevgilim sende bir başkalık vardı, pek küçücüktün” diye nitelenebilecek konuma düşmesinler.
HÜZEYME YEŞİM KOÇAK
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.