Kutlu Doğuma Naatlar
Zihnimde Arif Nihat Asya’dan Necip Fazıl’a uzanan bir şairler resmi geçidi. Gözüm büyük şair Dilaver Cebeci’nin “Medine” şiirinde:
“Görklü güneş titrerken bir kılıcın ucunda,
Mu’cizeler şavkıdı muhabbetin burcunda
Yıldızlara yönelmiş fişekler görüyordum,
Ben ise çırılçıplak içimde yürüyordum.
İçim göklerden geniş, içim sütbeyaz bir nâr,
İçimde ma’mureler, firûze şehirler var!
Bir örümcek ağına sığınmış iki yürek,
Bana haber saldılar: “Sana şehirler gerek!”
İbrişim şirazeli bir kitaptır her şehir,
En zorlu düğümlerin çözüldüğü yer şehir…
Şehir ışık cümbüşü, şehir yerde kehkeşân,
İm bilir, şehir belki mâverâdan bir nişan?
Öyleyse yekineyim, bir şehre varayım,
Yûnusun sadâsıyla feryâdlar koparayım!
“Feryâdıma ses versin dert ortağım kubbeler,
Benim büyük davamı anlayamaz habbeler!
Gök yere nüzûl etsin, vakarlı kubbe olsun,
Kimin yitiği varsa, gelsin kubbede bulsun!
Sesin sırrı kubbede, kubbede asîl nakış,
Yedi renkten süzülüp sonra vahdete akış…
Kuşat beni ey kubbe, rûhuma serinlik ver!
Tezyîn et âyetlerle, fikrime derinlik ver!
Ey medîne, erdemim, durağım, karar yerim!
En eski sığınağım, eskimeyen eserim!
Karanlık şaha kalktı, burçlar kaydı yerinden.
Bahtıma âteş düştü Hübel’in gözlerinden.
Vahşetin mızrağına hedef olmadan sînem,
Sakla beni medînem, koru beni medînem”
…
11 Nisan C.tesi saat 14, Aziziye Kültür Merkezi, TYB Konya Şubesi ve Karatay Belediyesi’nin birlikte düzenlediği, “Kutlu Doğuma Naatlar” şiir programı.
Arka sıralarda yer buluyorum. Yanımda garip, konuşkan, söylediklerini tam anlayamadığım, cana yakın bir ihtiyar. Program esnasında dağıtılan şiir seçkisi kitabı, tam sıra bana gelince bittiğinden “Lazımsa senin olsun, çantana koy” diyerek, kibarlıkla kendininkini uzatıyor.
Cömert. Cebinden çıkardığı meyve suyu kutusunu paylaşmamızı, yarısına kadar içmemi teklif ediyor. Çekinerek bir iki yudum alıyorum. Bu defa “harçlığın var mı?” diye soruyor. Olduğunu söyleyip, teşekkür ediyorum. Soruyu tekrarlıyor. Yok desem ne kadar verirdi bilmem.
Esrarengiz ihtiyar az sonra karnımın aç olup olmadığı derdinde. “Sana iki tane ekmek yaptırayım” diyor. Bayağı ısrarlı. Aslında çetin soru; açım sevgiye, rahmete, insaniyete, güzelliğe. Tüm insanlar gibi.
Derken “camiye gitmeliyim” diyerek aniden yerinden fırlıyor. İkindi namazına daha 1 saat var” diyecek oluyorum, gözden kayboluyor.
Sahnede şiir kuşları; konuyor iniyor yüksel(t)iyor. Naat yazabilmek herhalde büyük mazhariyet. Dertli yaralı şairler, hepimizin duygularına tercüman.
Atmosfer değişiyor, ruhum sıvazlanıyor sanki. Kalbimde sıcak eller. İşte o kutlu şiirlerden damlalar:
…
Ahmet EFE, Beklenen’den:
“Leyla dedimse sensin. Şirin dedimse sensin… Suna dedimse sensin. Dilârâ dedimse sensin ey sevgili…
Dilârâ hep nûruna pervane kıl da beni
Âşığını sevginin nârına yakmaya gel
Gözlerinden gayrıya bîgâne kıl da beni
Kerem et Mansur gibi dârına çekmeye gel”
Atilla YARAMIŞ, Naat’dan:
“benim için kopmalı kıyamet
avuçlarında tutacak bir insan olmalı hepimizi
bir rüzgâr olmalı
bir nefes…”
Erdal ÇAKIR, Efendim (1):
“Efendim.
Gözyaşlarımı biriktirdim, kapına bırakıyorum
Ruhum her seherin şehidi.
Ruhum kefensiz
Sana selâm, ehline selam ve sevdiklerine
Kahramanım, efendim aleyhisselam”
Fatma Şengil SÜZER, Fakîr:
“Beni anlarsın
Anlarsın sen mutlaka
Şunca sene yaşadım
Şunca sene
İçimde narin kan pıhtılaştı
Göz göz kurudu
Ve kalakaldım
Isınayım sevgili güzel bir şey de bana
Şu fakîre bir göz kırp
Sapsarı bir gül gibi sardım dikenlerimi
Şu fakîre bir göz kırp
Senelerdir sana selâm göndermedeyim
Bilirsin sen mutlaka
Bilirsin yıldızım ağlıyor adı Müşteri
Kurumuş bir dal gibi eğrildim katılaştım
Şu fakîre bir göz kırp”
İbrahim DEMİRCİ, Son Elçi:
“Allah’ın seçtiği sevgili elçi!
Sayende nur oldu bir avuç balçık.
Son peygamberisin İslâm’ın gerçi.
Adındır Âdem’i kurtaran ışık.”
M. Ali KÖSEOĞLU, Geride Kaldık Efendim:
“harisenin hurmalarından yerken fakirler
müezza kucağınızda ve derin uykudayken
yetim başı okşarken ebu hüreyre
hazreti Abbas Müslüman
ebu raf’i âzât olunca kölelikten
ebu Talha medineyi terk etmemişken daha
meyve bahçelerini Allah yoluna sererken ebu dahhah
sa’d bin ebi vakkas cennetle müjdelenirken
ve devrilirken Kâbe’de putlar bismillahla
mescid-i nebevî’de çocuk sesleri yankılanırken
-Lâ ilahe illallah’la
Muhammedün Resülüllah diyeni yakmazken cehennem,
yani insanlık altın çağını
yani insanlık medeniyeti yaşarken
biz geride kaldık Efendim,
sırtımız yüklü günahla
imdat isteriz yetişmek için
binbir pişmanlıkla
La ilahe illallah
Muhammedün Resülüllah’la”
Mehmet KURTOĞLU, Na’t-ı Şerif:
“Narını nuru sevdim; efendim, kanım, canım
Hasretim yokluğuna arşa çıkar figanım
Yakup gömleği koklar ben aşkınla teskinim
Kanım içime akar, kalbimde büyür ahım”
Mustafa UÇURUM, Sana Doğru Hicretteyim
“Kirpiğimin ucundan ey Nebi akan yaşlar
Hicretidir kalbimin şefaat dilekçesi
Bir ışık donanması içimi aydınlatan
Yağmur olsun her nisan evrenin müjdecisi
Ey Nebi! Senle başlar dünyamın aydınlığı
Adını anmak bana cennettir resulullah”
Vural KAYA, Bir Maviyi Geçerek Naat
“eğridir şimdi zaman, sürgünlerini ıtır kokularıyla getirdi
aşksızlara çarpa çarpa yürüdüğümüz ve kurgularla
baktığımız kırk kanatlı hayatlardan, gösterişli ruhlarımızdan
çiğnediğimiz ekmek bile utanıyor, efendim
bir kuş konuyor, konacak bir pervazı yokken, konuyor yine de
herkesler içyöresinde bölük bölük yurt tutmuş da
bir çığlık bir çığlığa çarparak, işaretliyor çiğnediğimiz ekmeği
zor zamanlar edindik kendimize, maslahat sevicileriz artık
EFENDİM”
Yunus Emre ALTINTAŞ, Geç Kalan Naat
“Çağların sesi karıştı araya, kirlendik ya Resûlallah
Temizle bizi isminle, temizle ve ümmetinden say
Salavatları şahit tut, o çetin günde gölgene al
Esselatu vesselamu aleyke ya Resûlallah
Esselatu vesselamu aleyke ya Habiballah
Esselatu vesselamu aleyke ya seyyidel evveline ve’l ahirin
Ve selamün alel mürselin
Velhamdülillahi rabbil alemin.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.