Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Konyalı bir münevver Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay (1)

Konyalı bir münevver Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay (1)

Konyalı ilim ve fikir adamı Süleyman Hayri Bolay, düşünce ve kültür hayatımızda önemli izler bırakmış, parlak bir şahsiyet.

Süleyman Hayri Bolay; 1937 yılında Ermenek’in Dindebol (Yeni adı Katranlı) köyünde doğdu. İlkokulu Taşkent’in Bolay beldesinde, ortaokulu ve liseyi Konya’da okudu. 1961’de A. Ü. İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Orta dereceli okullarda on sene kadar öğretmenlik yaptı.

1971’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine Felsefe Tarihi asistanı olarak girdi. 1975’de “Aristo Metafiziği ile Gazzalî Metafiziğinin Karşılaştırılması” adlı tezi ile doktorasını verdi. 1980’de “Emile Boutroux’da zorunsuzluk Doktrini” adlı tezi ile doçent oldu. 1980’de bir müddet Sorbon Üniversitesinde araştırmalar yaptı.  1987’de Hacettepe Üniversitesi Felsefe bölümüne Felsefe Tarihi Profesörü oldu. 1996’da Gazi Üniversitesi Felsefe Bölümüne geçti, 1997 yılında bölüm başkanı oldu ve 2004 yılında emekli olana kadar bu görevini sürdürdü.

 “Osmanlıda Düşünce Hayatı ve Felsefe” eseriyle “Türkiye Yazarlar Birliği 2005 yılının Fikir Eseri Ödülü’nü” aldı; yine TYB tarafından “2014 Üstün Hizmet Ödülü’ne” lâyık görüldü. Eserlerinden bazıları şunlardır:

Aristo Metafiziği ile Gazalî Metafiziğinin Karşılaştırılması; Türkiye’de Ruhçu ve Maddeci Görüşlerin Mücadelesi; Ferîd Kam; Felsefeye Giriş; Felsefe Dünyasında Gezintiler; Türk Düşüncesinde Gezintiler, Tabiat Kanunları Değişmez mi?

Kendi ağzından hayat hikâyesi:

“Babam Mustafa Bolay. Annem Hüzeyme Hanım. Babam ilkokul öğretmeniydi. Muhtelif köylerde dolaştı; ben de ilkokulu böyle dolaşarak bitirdim.

Dedemler 1900 yılında Taşkent’in Bolay köyünden Ermenek’in o köyüne göç etmişler. Onuncu dedemiz Hacı Yusuf Efendi, 1550’li yılların sonuna doğru Anamur’un Ahine köyünden göç etmiş. Kendisi ulemâdan olup Kanunî Süleyman’ın bir süre musahipliğini yapmış. Bu bakımdan her nesilden bizim sülaleden bir ilim adamı daima çıkagelmiştir. (..) 1951’de annemin vefatı üzerine köyden ayrıldık. Tamamen Konya’ya yerleştik. 1956’da Konya’da liseyi bitirdim.

Gözüm Teknik Üniversite’de idi. Fakat o zamanki bazı şartlardan dolayı pek iyi çalışamadım. Dolayısıyla İTÜ imtihanlarını kazanamadım. Babam ‘İlahiyat Fakültesi’ne müracaat et” dedi.

O zaman merkezî imtihan yoktu. Her fakülte talebe bekliyordu. İlahiyat Fakültesine yazıldım. O sene devam ettim. Niyetim, ikinci sene Siyasal Bilgiler fakültesine geçmekti. Çünkü dönem arkadaşlarımın birçoğu oradaydı. Hemen her gün onlarla beraberdim. Yemekleri bile beraber yerdik.

 Fakat İlahiyat Fakültesine başlayınca işin rengi değişmeye başladı; ben gittikçe fakülteye ısınıyordum. Çünkü bazı hocaları çok beğeniyor ve tesirlerinde kalıyordum.” ( Yeni Nesilleri İnşâ Eden FİKİR ADAMLARIMIZ 2, Erkam Yayınları)

Yrd. Doç. Dr. Mustafa Arıkan:

“Muallim Mustafa Bolay,  Birinci Dünya ve İstiklal Savaşları gazisiydi.

(Süleyman Hayri Bolay) daha ortaokul yıllarında Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl ve Arif Nihat Asya gibi şairleri tanıdı ve şiirlerini sevdi. 1956’da Ankara’ya geldiğinde, Osman Yüksel Serdengeçti ile ve onun çevresindeki Sezai Karakoç, Yavuz Bülent Bakiler, Rıza Akdemir; Türk Ocağı çevresinden Nevzat Yalçıntaş, Galip Erdem, Zeki Sofuoğlu, Osman Turan, Şevket Hamdullah Suphi, Arif Nihat Asya gibi ilim, fikir, sanat ve siyaset adamlarını tanıdı. Yine talebelik yıllarında Osman Nuri Ergin, Peyami Safa, Nurettin Topçu ile tanıştı. Hocaları Ülken ve Atademir’den, Turan, Topçu ve Safa’dan etkilendi.” (Konya Ansiklopedisi, “Bolaylar”, cilt 2, Konya Büyükşehir Belediyesi, 2011)

***

FİKİR DÜNYASINDAN RENKLER

“…bir Türk düşüncesinden bahsetmek mümkündür. Bunu muhtelif sahalar için de söylemek isabetli sayılır.  Meselâ genel olarak bilimin bir kısım dallarında, iktisatta, sosyolojide, sosyal psikolojide, tarihte, tıpta farklı düşüncelerden bahsedilebilir. Bunun gibi din, ahlak, dil, sanat ve felsefenin bazı dallarında özgün sayılabilecek fikirlerin hatta sistemlerin varlığından bahsedilebilir. Çağdaş Türk düşüncesini sadece siyasî cereyanlara veya bunların açısından bir takım verimlere indirgemek yanıltıcı olur.

Çağdaş Türk düşüncesi denilince sadece Türkiye sınırları içindeki ve Cumhuriyetten önceki sınırlar içindeki düşünce faaliyetleri akla gelir. Hâlbuki meselâ çağımızda İran’da yetişmiş Azerî asıllı büyük düşünürler var. Bunlar Türk asıllı olduklarını kendileri söylüyor. 1965 senesinde vefat etmiş olan ve adına Tahran’da bir üniversite açılmış olan Tabatabaî, bunlardan biridir. Seyyid Hüseyin Nasr’ın söylediğine göre 20. Asırda materyalizme beş ciltlik en büyük reddiyeyi Tabatabaî yazmıştır. İran’ın en yetkili ağzı Mahmud Irakî, ki kendisi de Azerî imiş, İran’da 2003’te, bir toplantıda benim konuşmama cevaben yaptığı konuşmada Tabatabaî’nin Fransız filozofu Henri Corbin ile bir hafta süren bir tartışma yaptığını ve tartışmanın üç cilt halinde Fransızca olarak yayımlandığını söylemişti. Ayrıca Türk dünyasındaki diğer Türk cumhuriyetlerinde yetişmiş düşünürlerin ürettikleri fikirleri de nazardan kaçırmamak lazım” ( Süleyman Hayri Bolay, Türk Düşüncesinde Gezintiler, Nobel Yayınları, 2007)

“İnsanı ayrıcalıklı kılan akıl, zihin, inanış, eğitim, ahlak, şuur, ruh, kavramlar ve mânâ dünyası hayvanda ve tabiata yoktur.   Ruh bedeni vasıta olarak kullanır. Tabir caiz ise, beden, ruhun tezahür yeri ve yayım merkezidir. Bu yayım merkezinde ruhun iki ekranı vardır: Kalp ve beyin. Bunlar arasında karşılıklı etkileşim vardır. Kalple beyin ahenk ve uyum içinde olursa, insan da mutlu ve huzurlu olur. Bir müzik bestesini yapan veya çalan müzik enstrümanı mıdır, sanatkârın eli midir, beyin midir? Yoksa o nağmeleri yaratan ve beyne emir veren ruh mudur? Acaba ruh o nağmeleri duymasa müzikçi o parçayı besteleyebilir mi, çalabilir mi? Sapasağlam bir bedenden ruh birdenbire çıkıverince beden veya madde niçin yığılıp kalmaktadır. Bundan dolayı, zihin ve ruh halleri ile beyin hallerinin aynı olduğunu kabul eden ve zihni epifenomen olarak pasifleştiren maddeci felsefeleri benimsemedim, bunlar ruhuma ve aklıma çok yabancı geldi. Dolayısıyla bunu mezuniyet tezimde ortaya koyduğum gibi, özellikle “Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü” adlı kitabımdaki ilgili maddelerde de ifade etmeye çalıştım. Bundan dolayı, maddecilik, duyumculuk, nasılcılık (pozitivizm) ve benzeri felsefeleri derinliğe inmeyen “Kabuk felsefeler” veya “aksesuar felsefeleri” olarak nitelendirdim.”(Kendi İfadeleriyle Pof. Dr. Süleyman Hayri Bolay: Hayatı, Düşünce Dünyası ve Eserleri, Prof. Dr. Kâzım Sarıkavak, Süleyman Hayri Bolay armağan kitabı, Gazi Kitabevi, 2005)   

 “Bugünkü tefekkür hayatımız, ister İslâmi ağırlıklı olsun, isterse din dışı olsun, kendi geçmişinden ve geleneğinden habersizdir ve bu büyük tarihi birikimden, maalesef, mahrumdur. Yaşanamayan ve bilinmeyen, inkâr edilen bir tarihî tecrübe olmaksızın düşünce hayatımızın insanlarımızın ve milletimizin hayatta karşılaştığı sorulara tatmin edici cevaplar vermesi mümkün görünmemektedir. Tarihî hayatımızın mahsulü olan tefekkür geleneği, değişen hayatın karşımıza çıkardığı değişken problemlere tatminkâr cevapları, ancak düşünce geleneğimizi hayatla birleştirerek üretebilir.” ( Hüzeyme Yeşim Koçak, Edibâne Süzülüşler, Romantik Yayınları, 2008)

“Bugün Batı’nın kendi iktisadî ve emperyalist emellerini, klişeleşmiş ifadelerin dışında yeni bir şeymiş gibi ifade edebilmek için ortaya atmış olduğu küreselleşme fikrinin, Batıdakilerden daha çok Türkiye’de büyük taraftarları vardır(…) Küresel kültür diye sunulan şey, Japon’un, Çin’in, Hint’in, Malezya’nın vesairenin kültürü değildir; Amerika’nın, Almanya’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin kültürüdür veya onların müşterek kültürüdür.” (Süleyman Hayri Bolay, Felsefe Dünyasında Gezintiler, Nobel Yayınları, 2006)

 “Bizim derdimiz, kendi insanlarının ve toplumlarının huzurunu bile sağlayamayan bir medeniyetin başka kıtaların ve ülkelerinin insanlarına huzur getirememesinden, onları devamlı ezmesinden ve devamlı sömürmesinden dolayı onun yanında o zaaflardan kurtulmuş ona rakip olabilecek bir medeniyetin canlandırılması veya ihya edilmesi derdidir, meselesidir. Bunun için yeni bir medeniyet tasavvurunda bulunuyoruz.” ( Medeniyet Tasavvuru, Düşünce ve Medeniyet Dergisi, sayı:1, Ekim 2014)

“Hayat felsefemde benim için birinci derecede önemli olan çalışmaktır. Gece gündüz demeden bir taraftan öğrenmek, bir taraftan da durmadan çalışmak lazımdır. Edindiğim bilgileri, tecrübeleri de hayatıma ve davranışlarıma yansıtabilmek esastır. Dolayısıyla hayatın olaylarını olduğu gibi kabul edebilmek ‘Hayal kurmak ama hayal peşinde koşmamaktır.’ Bana göre sadece bu dünyanın tarihi insanı yetiştirmeye yetmiyor. İnsan ancak iki dünyada kemale, olgunluğa erer. İnsan sadece kırk elli senelik bir ömür için dünyaya gelmiş değildir. İki âlem olmasa bu dünyanın bir anlamı kalmazdı. (…) İnsan bedenen, ruhen ve zihnen devamlı çalışmalı, bu dünyayı ve öte dünyayı kazanmalıdır.” (Süleyman Hayri Bolay, Türk Düşüncesinde Gezintiler, Nobel Yayınları, 2007)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi