Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Konya Evi’ndeki han kapısı

Konya Evi’ndeki han kapısı

“Yol üstünde görürüm eski ve yıkık hanlar

Konaklamış içinde nice yorgun insanlar

Ömür yetmez yol bitmez uzayıp giden yollar

                                                                   Beni tarihe götüren yıkılmış viran hanlar”

                                                                                                            İsmail Detseli  

 

“Bu gün Fatih Çarşısı olan yerde ise Terkenli Han’ı vardı. Hanın sahibi yanılmıyorsam gayrimüslim idi. Bu hanlarda bizim kırsal, kara takım dağ köylüsü insanlar pek yatmazdı. Buralar birinci sınıf hanlar olup, civar köylerden gelen ağalar ve ağaların atları, fayton atları gibi hayvanlar barınır, yatakhanelerinde ise zengin insanlar yatardı.”

Büyükşehir Belediyesi “Koyunoğlu Müzesi Tarihî Konya Evi”, 27 Aralık Cumartesi günü, İkindi Sohbetleri. Konu “Konya’nın eski Kervansaray ve Hanları”.

İpek Yolu Hanları, Horozlu Han, Zazadin Han; Konya içi hanlar, Taş Han, Sulu Han, Zincirli Han, Sulu Han…

İsimler uzayıp, yanıp sönüyor. Kelimelerin beynimde açtığı kanallar, oyunlar. Han gölgeleri, acı tütün, narenciye kokusu; zaman gelgitleri… Zihnim az sonra kendi hanını inşa etmeye başlayacak.

İzafîlik, fanîlik, insaniyet hissi uyandıran; bazen aradaki mesafe farkıyla hüzünlü ama tatlı bir masal gibi dinlediğimiz, kaybolan değerlere işaret ettiği için yürek sızısıyla burkulduğumuz, ata-evlat muhabbeti yaşayıp, köklerimizi bulduğumuz, bizi renkten renge çeviren hatıralar destesi ve canlı şahidi Şair-Yazar İsmail Detseli.

Köylülerinden olup, devletin verdiği üç aylığını almaya giden, İstiklâl Harbi, Çanakkale Savaşı şehitlerinin eşleri; erdemin inancın gücü, (onca sıkıntı içindeki erkekler kadınlar hemen depresyonlara girer, yaygaralar koparıp, intiharları mı oynar, yoksa sessizce tevekkülle kaderlerini mi yaşarlardı).

Kara Mustafa’nın hanında kalan, yine aynı dönemin çilekeş, dul kadınları; beraberlerindeki, sonradan hanlara karşı şiir yazacak yoksul çocuğa; bakkalın oğlunun verdiği biricik portakalın bile hesabını soracak ve cevabın doğruluğunu bizzat bakkaldan onaylatacak kadar, dürüstlük delisi miydiler?

Hepimiz ölüme yazgılıyken; fakir dahi olsa şimdi kim, infaz edilmiş lekeli idam mahkûmunun ‘damgalı’ giysilerini alırdı?

Han odalarında yer bulamamış delikanlı yazarlar,  bir hayat adamlığının da sevkıtabiisi ve pratikliğiyle, hayvanların barındığı ahırda, sıcacık yemlikler de mi yatar, sabah da -yerlerinde bulunamadıklarından dolayı- ortalığı birbirine katarlardı.

Değerli yazar,  ilk hatırasından bahsederken, Mezarlık Hanı’nın Batı kapısından girip, Doğu kapısından çıkınca korktuğunu, hanın yerinin değiştirildiğini sandığını ifade etti.

Dünya Hanında da biz hep çıkış kapısını unutuyor, ya da tek kapılı hanlarda yolculuk yaptığımızı zannetmiyor muyuz?

Sayın Detseli, Konya Hanlarını anlatırken, bize bir nostalji zevkini, ince bir sıla özlemini de yaşattı; dünya misafirliğimizi içten içe duyurdu.

Onun “…Tarihi unuturuz jet hızlı otolarla / Bırak beni bir gece yatasım var şu handa” mısralarını okurken, biz de bir an han odasına süzülüvermek, bir köşeciğe kıvrılıp, zamansız, uzuun, hülya dolu uykulara dalmak arzusuyla,  göç hevesine kapıldık.

Ustanın değişik tatlarla dolu,  yüklü sohbeti, bizi hem bilgilendirdi, hem de dinlendirip, huzura sevk etti. Ne kadar teşekkür etsem az.

Programda sözü geçen, “Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden olan Mustafa Efendi’den” aktarılmış şirin bir hikâyeyle yazıyı noktalayalım:

“1903’lerin Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşa, bir gün suyolu kazan askerleri kontrol’e giderken, karşılarına ihtiyar bir köylü gelir. Elinde çekmekte olduğu çok zayıf bir deri bir kemik olan bir öküz, sırtında bir heybe bazlama ekmek vardır. Öküz durunca adam heybeden bir ekmek vermektedir. Güçsüz hayvancıksa ancak iki yüz metre kadar gidiyor, ayakta ancak durabiliyordur.

Vali bey adam selam verip bu hayvanı nereye götürdüğünü sorar. Adam pervasızca Gonyaya pazara indireceğim evlat satacağım deyince; Vali yahu emmi bu etsiz yağsız öküzü kim alır ki hayvana eziyet bari etme der.

Valiyi tanımayan köylü, başını umursamaz vaziyette sağ sola çevirip bunu mu marak (merak)ettin oğul sende. Orası Gonya Çarşambayı Perşembeyi bilmeyen bir gidi çıkar alır sana ne der yoluna revan olur.

Bu söz vali beyin çok hoşuna gider ve sözü zihninde tekrarlarken yaverinin yanına varır ve aklı başına gelip, yaverine sorar yaver bu gün günlerden ne? Yaver şu cevabı verir sayın paşam her gün buradayız ayı günü yitirdik, vallahi günlerden ne bilmiyorum der.

Kendi zihnini yoklayan Vali Paşa da o günün ne olduğunu hatırlayamayınca, yavere döner bu adamın dediği Çarşambayı Perşembeyi bilmeyen gidiler biziz demek ki, gel şu öküzü biz alam da ahçıya verelim askerlere et suyu olarak kaynatıp içirsin der ve öküzü alırlar keserler.”

 

 

 

                                                                                                                                

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi
SON YAZILAR