Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Kılavuzumuz

Kılavuzumuz

Müzede, ziyaretçi defterine yazılanlara bir göz atıyor. Genç öğrencilerin taze heyecanları… John’un; atalarının huzurundaki huşu dolu, haccı nasip eden Tanrı’ya şükran hissiyatıyla yüklü satırları.

Yazılan, çizilen, “belletilen”; gözetilen özenilen “mukaddes atmosfer”.

Dikkatle onu dinliyorlar. Konuşmaları bazen uğultuya dönüşüyor, ama  “Medeniyetlerin beşiği.. ilk insan..” sık sık da “İsa Mesih…” gibi sözler kulağına çarpıyor. Evrim teorisini de anlatıyor dolaylı, biraz tedirgin duraksamalı.

 Dinleyicilerden bir tepki almayınca rahatlıyor. Herkes bildik eski bir masalı dinler gibi ferah, kaygısız.

“İşinin ehli, mesleğini seviyor” diye düşünüyor.  “Hurafeleri yepyeni, kes(k)in bilimsel gerçeklermiş gibi anlatıyor. Süslü cümleleri anlamlı. Tavırlarına denk. Sessizlik ve artan cüret.

Kazı alanında cep telefonlarının çalınmasına kızıyor; insanları suçluyor hatta.

Fakat.. saygısı teyakkuzu, ikazları ince dikkati, samimi takdimi artık incitici gelmeye başlamış. Sesinin titremesi, Hıristiyan mucizelerinden bahsederken gözlerinde beliren ateş, mahut devre duyduğu âdeta “sıla” özlemi gocunduruyor.

Abartıyor mu bilemiyor. Belki yüreği yeteri kadar kalkık; kâfi derecede incinmiş, taşmış kaldıramıyor.  Birleşen parçalar, manevî bir görüntü, yekûn bunaltıyor.

Çatalhüyük.. Demre.. Efes…. taşlarını, mezarlarını kıskanıyor; geçmişte yaşayan  “şanslı” sakinlerini, harcanan çabayı, yılları, ihya çalışmalarını.

“Kadın”  kaybolmuş gibi duralıyor. Gurubu süzüyor. İçlerinden bazılarına bakışları takılıyor.

 “Âdemle Havva kıssasını doğrusu nereye yerleştireceğimi bilemiyorum” diyor orta yerdeki adam ve sözlerini şimdilik noktalıyor. Suskunluğu da mütecaviz, tam yerinde, manidar.

“Mutaassıp damgalı” gurup koyu bir sessizliğin içine düşüyor.

Bir hamle tepki, ne bileyim bir serzeniş sitem yahut küçük bir hareket bekliyor. Karşı görüş…

(Hep mutabık, hep hemfikir miyiz? Meselâ siz Ahmet Bey, ilâhiyatçı hocam, ‘İsa Efendimiz üstüne’ ne dersiniz; söz koyabilir misiniz? )

Mimar Şeref Bey, kazıların başlama tarihiyle ilgili bir itirazda bulunuyor. Basit bir tarih meselesi, bir bilgi ve yetki gösterisi.

“Kılavuzumuz” baskın… Uzun sakalında gezinen kırk tilki. Gizli olanların kuyrukları “beyin ceplerinden” sarkıyor.

(Hafızası dumura uğramış bir medeniyetin yitik çocukları.. sahte tanıklıklar. Bir imaja, bir projeye en azından mevcut ortama “rehber katkısı” )

İrdelemeler, tanımla(mala)r yapıyor da kadın, cevapları net ve vurucu değil. Gönlünde akıp gidiyor. “Özünün” yerini kestiremiyor. Kendine yönelik cevapları da tartışmalı kavgalı.

(Bir dikili ağacımız bile yokmuş. Toprağın altı da üstü de bak kimlerinmiş, nelerinmiş!)

Rehber “Hristiyan Hac yollarından” bahsediyor, herhalde yolun müntesiplerine hitap ediyor. Sesinde tavizsiz bir gurur; sözlerinde sevgi şiddeti… Aziz Paulus’tan, havarilerden dem vururken sızdırdığı, duyduğu vecd hâli.

Dinî bir coşku… tüm bildiklerini, rivayetleri, kendine özgü bir süzgeçle övgüyle üzerlerine boca ediyor.

Geveleyip ağzında çiğnediği ata yadigârları; kovuklara sokulmuş zelil Selçuklu… Barbar beşinci sınıf terörist kavimler sıralamasında habire kılıç sallayıp duran, “uygarlığın efendilerinden”  “akşama yetecek kadar medeniyet” dilenen, kıt akıllı engelli Osmanlı...

İstihkar aşağılama. Her sözcüğünde “Şu bir gecede kendisini kovalayan Yahudileri Hıristiyan yapıveren yüce Paulus” gücü.

 Cümleleriyle yıkılmış kiliselerin açık çatıları örülüyor; harabelerden enkazlardan yeni inşalar yükselip, sönmüş ocaklar tütüyor. Konstantinopolis’in kuleleri Babil’e dek uzanıyor.

Sabahı bulunmayan bir zifirî karanlıkta şifreler, anahtarlar, kapılar ve kaleler birilerinin eline geçiyor.

Çakalları durmaksızın ürüyen bir tabiatsa bu menhus el değiştirmeden, uğursuz hazin tasfiyeden dolayı, biraz daha kuruyup soluyor.

Bir “ruh” diri diri mezarda.. yer altında ölülerin matemli, medet isteyen kara   iniltileri.. yerüstünde hayat memat istiklâl, alacak verecek istihlâk meselesi.

Kulaklarını tıkamalı, beynini kalbini kapamalı, kendini dondurmalı… Katlanmalı.

Kahreden  öldüren bir suskunluk.. ta içinde bir yerde koyun sürülerinin çıngırakları durmaksızın çalmakta.. melemeler, geviş getirmeler,  döndürüp dolaştırılıp getirilen yerde, sakin mütevekkil otlamalar…

Aykırı bir Çoban’ın sürüyü damgalaması, “sahte bir gerçeğin” boyası.. “Üstün mekân, üstün hakikat” üste çıkmalar.

Toprağın figüranları, paslanmış robotları ve  insansıları.. sabit onaylamalar…Tasdik  edilen, tereddütsüz ayrımsız dirençsiz kabullenilenin büyüyen/büyüleyen sesi.

 “Bahri hocam sizin bir diyeceğiniz?”

 Fakat yutulup ezilmiş “örtülü” sesi işitilmiyor. Standartlara uygun kimliği, delik kalbinin üzerine yama diye iliştirilmiş sırıtıyor.

Bahri hoca gülerek, ucuza aldığı sepetlerden söz ediyor. Sepetin altındaki kurdelelerden yapılmış haç şeklini  “Şaban köylüler” fark etmemişler de… Yoksa onların da gözü açılmış. Bedava vermezlermiş.

(Rehberin bulduğu, sanki biricik anlam(ı). Bizimse yoksul bir sahiplenme hatırasından bile mahrum oluşumuz)

kadının içinde çatır çatır, buz gibi bir duygu.

Rehber “kutu ağzını” açıyor. Dışarıya bir diyalog, üç beş domuz pastırması, yarım porsiyon da tütsülü vaftiz edilmiş beyin salatası fırlıyor.

Hıristiyan “kahramanların” kaldığı mağaraları ziyaret edecekler.

“Sözcü”, sanki gizli bir iletişimi çoktan kurmuş, kestirme yoldan gitmelerine bile izin vermiyor. Kutsal bir iş bu… Eski izleri, eski(meyen) bir başka geleneği adım adım, harfiyen, tek tek takip edecekler.

“Gözcünün” arkasında azizler, bütün bir Avrupa, ur şeklini almış küresel bir güç.. ilerliyor.

Anlayamıyor/Anlaşamıyor; belki de “şahsı”.. iri bir komplo teorisidir.

 “Derin Bağlı”, yarı yolda(hac yolunda)  gurubunu durduruyor. “Şimdi onları düşünelim” diyor, “Takip edeceğiz. Ruhları.. Bir olduğumuzu düşünün. Hissedeceksiniz… Meditasyon yapacağız.”

Çokluk erkeklerin oluşturduğu yolcular, kılavuzunun çevresini sarmış, sadakatle dinliyor; çıt çıkmıyor. Baştan ayağa hürmet, itaat…

Mağaralara doğru yönünü dönüyor; kımıldamadan duruyorlar, uyum içinde. Kadınlar, çocuklar, yağız erler( ille de Kırmızı şapkalı, eteklikli, “kıllı” küçük.. mahcup şirin şeyler.)

Kadın kayaların üstüne çıkıyor. Ufuklara, göğe doğru başını çeviriyor.

Dağlara, “sayılara” değil.. sînelerinde sarsılmaz çiğnenmemiş bir imanı taşıyan, çığ gibi kopup gelen görünmez atlılara, maveranın yiğitlerine doğru sesleniyor.

“Allahüekber!”

Denetimli, sıkıştırılmış. İçinde, sadece içinde.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi