Karyolalar
Şevket Süreyya Aydemir, cezaevindeyken duygusal durumlarından, mevcut ortamdan bahseder:
“Kendimizi bir dava adamı olarak görüyorduk. Biz sadece ‘hakikate eren insanlar’ değil, insanüstü kahramanlardık” der.
Hapishanede muhtelif toplantılar tertiplenir. Bir toplantı konusu da “ihtilalciliği meslek haline getirmektir”. Söz, bir doktor namzedinindir. Doktor adayı konuşmasında, kayıtsız şartsız devrimci olan tipin özelliklerini sıralar:
“Onda gelip geçici dünya nimetlerine tam manasıyla göz yumarak, kendisini yalnız dava için feda etmek asıldır. Esasen davası için hayatını ortaya koyan böyle insanüstü bir mahlûkun, günlük nimetler ve insanı o kadar aşağılaştıran birtakım menfaat bağlarıyla ne alâkası kalır?”(…) ihtilalciliği meslek haline getiren adamlar kimlerdir? İşte o insanlar bizleriz arkadaşlar! Hakikî, saf ve ülkücü ihtilâlciler bizleriz!”
Dakikalarca devam eden ve herkesi heyecana boğan bu hararetli nutuktan sonra içeri bir ziyaretçi, jandarma onbaşısı ve sırtı yüklü bir gardiyan girer. Koğuşa, fikir arkadaşları tarafından, eksikliğini bildikleri için, dört tane yeni portatif karyola gönderilmiştir. Karyolası olanlar ve olmayanlar, teşekkür için ziyaretçinin etrafını alırlar. Tam o sırada, az evvel konferans veren doktor namzedi, halkanın arasından yavaşça sıyrılır. Kullanılmış karyolasını söker, eşyalarını toplar. Yeni bir karyolayı alıp, kendi yerine açıp kurar; şiltesini, eşyalarını bunun üzerine yerleştirip, hiçbir şey olmamış gibi arkadaş çevresine sokulur.
“Biraz evvelki ateşli ihtilalcinin ve başkaları için, hatta hayatını feda eden ve insanı aşağılatıcı menfaat bağlarıyla hiç bir ilgisi olmayan bu insanüstü mahlûkun bu feragat tılsımını, esası birkaç liralık bir portatif karyola” bozmuş, parçalamıştır.(Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, 4. Baskı, 1971, sf. 414-418)
Büyü bozulmuş, bir karyola -tabii nesneler, karşılıklar, satış bedelleri değişebilir- uğruna bütün söylem(!) gitmiştir.
…
Bakıyorsunuz göklerden bir türlü yere inmeyen; binbir renge tüle bürünmüş -ama artık sırıtan egoların kapatamadığı, bir çürüme kokusunun bunalttığı- sözler uçuvermiştir.
Karyolalar görüyorum, dizi dizi. Kafesler, mahbesler, türlü memleket coğrafya gezen naletler, illetler. Yatlara, katlara, arabalara dolarlara irca olan, çevrilen, sınıf atlayan(!) muhannetler.
Yuvalarımızdaki sade eşyalar değil; sinsi, türlü hesapların çıkarların alameti, kirli işlerin, heveslerin, hırsların meyvesi, içinde kara paraların habis adamların s(aklandığı) karyolalar.
Kimin elini, elbisesinin eteğini öptüğümüz; yattığımız kalktığımız attığımızın belli olmadığı berbat d(alışlar).
Yatakla içiçe hemhal oluşlar; sizde eğlenen, batan, karanlığınızla sarhoşlaşan, boşlaşan varlıklar. Başı dumanlı üstün gayelerinizi sattığınız karyolalar(mevki makamlar rütbeler), partnerler(!), değişken dönüşken sevgililer(!)
Odalar, evler, gaflet içinde derin uykulara daldığımız mekânlar, herhalde yatışlar yaşayışlar değişiyor.
Hayat bizi sınar, genelde imtihanları kaybederiz. İnanç ve Ego. Ayşe, Mehmet ve Ego; Meslek ve Ego.. çok daha basit, genel geçer şeyler bir tarafa, Egomuz bir tarafa. Benlik baskın üste çıkar.
Ulvî fikriyat, Egonuza hizmet ettiği sürece vardır geçerlidir. Yaldızlar, yıldızlar tek tek sökülür; gözden gönülden ırak gökyüzü, büzülür süzülür.
Dava sanki yalnızca hayalet savaşçıların, mücahitlerin, eski kahramanların uhdesinde olmuştur ve mefkûre, ideal, ülkü, adına ne denirse densin hepsi, her şey geride kalmış yokolmuştur.
O yüzden (karton) davaları takarsınız çıkarırsınız, yerine göre yapıştırır, oranızı buranızı sürter, temizlenme kâğıdı gibi pisletip koyarsınız.
Siyasette aynı elîm, sefil manzaralar daha çok gözükür. Mel mel bakar, yıkılır, derin hayal kırıklığına uğrarsınız.
Hep bir değer yüklediğimiz, örnek aldığımız, yüceltip öpüp başa koyduğumuz kişiler, sert dönüşler yaparlar.
Aydınlar, idareciler, sadece kelek kesen değil, ziyalı başları kesenler, renkten renge girerler.
Daldan dala hercai konuşlar, “ben bir küçük cezveyim, elden ele gezmeyim’ diye çapkın bir türkü tutturanlar.
En gözde hayvan bukalemundur. Bukalemunların saltanatı, afrası tafrası, tantanası; bizdekiler belki de en hası, âlâsı.
…
Karyolalar sizi sizden alan, türlü fiyat ve biçimlerde; zevkli, yeni seçimlerde.
Memleket; karyola ve muhteris hastalarıyla batıyor. Karyola satışları patlıyor.
Ülkenin görkemli elemli ve nemli mefkûre sahipleri, ideolojinin dik çubukları çocukları, dava hava civa adamları yataktan yatağa atlıyor ve bol üflenişlerden çatlıyor.
Ruh, dö(şekten) döşeğe geziyor; hopluyor zıplıyor.
Karyolalarla birlikte parlak, tuzaklı düşler mezatta, mezara çıkarılıyor.
Karyola ödülleri revaçta. Kim iyi uyursa, kim kime uyarsa(!)
Yastık, yorgan bedava. Her müşteri bir satış elemanı, bir tüccar. Biz zaten ay(r)ılmazız nâçar.
Fark edilmese de, süslü seçkin yüksek(!) yataklar “iğneli”.
İdam fermanını imzaladığımız kafalarımızın, ruhlarımızın kanını döküyor, bağımsız varoluşları kemiriyor, şom aşılar vuruyor.
Tanınmaz hale gelmiş yüzlerimizle; bu necis suyla entelektüel(!) banyolar yapıyoruz. Karyolalar tanığımızdır. Kanıyoruz.
Karyola, hem horul horul uyuduğumuz; cılkını çıkardığımız idealleri mırıl mırıl mırıldandığımız; hem saatttı(ldı)ğımız bir şeyleşiyor.
Sonuçta.. inci mercan sözler, üzerimizden yerlere saçılırken; türlü fena fikirlerin, barındığı, kıvrıldığı, neşvünema bulduğu, musibet yatağı bir yol, ya da karyola takımı(!) oluyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.