Kapitalist Müslümanların krizi
1980 askeri darbesinin öncesinde başlayan Özal’lı yıllarla birlikte mütedeyyin Anadolu esnafının liberal ekonomiyle elde edeceği zenginlik imtihanı 24 Ocak kararları ile özellikle de Özal’ın daha sonraki yıllarda ekonomide tek hâkim olması ile başladı diyebiliriz.
Amerikan destekli hükümetlerin ilki olmasa da liberal/piyasacı yaklaşımın en fazla hâkim olduğu yıllar olan bu dönem aynı zamanda mütedeyyin insanların muhafazakârlığa da adım attıkları dönemdi.
Liberal ekonomik düzende özellikle DPT kaynaklı elemanların bakan ve milletvekili olması sebebiyle uzunca bir süre devletin ekonomik hayatına yaklaştırılmamış muhafazakârların hükümet mensuplarının yönlendirmesiyle ve bürokratik bir kayırma ile neredeyse yüzyıla yakın bir süre yaşadıkları ekonomik fetret dönemi ardından yeniden kazandıkları itibarları alın teri ile kazanılarak hak edilmiş gerçek anlamda bir ticari itibar olmadığından muhafazası da kolay olmayacaktı.
Daha farklı bir söyleyiş ile tek parti iktidarının güya planlı döneminde devlet eliyle zengin edilen seküler laik cumhuriyet zenginleri yerine bu defa yine devlet eliyle mütedeyyin Müslüman zenginler ikame etmenin yeni adıydı bu muhafazakârlık tanımı.
İngiltere başta olmak üzere batılı devletlerce Osmanlı’nın dağıtılmasından sonra zengin edilen batı destekli zengin sınıf ile Müslüman tüccarların ezeli rekabeti esasında ta Osmanlı’nın duraklama devrinden beridir devam etmekteydi.
Ezeli rakiplerini devlet eliyle zengin eden batılı devletler sanki ileride dönüştürecekleri tek kutuplu dünya düzenin en büyük handikabı olacağını gördükleri Müslümanları dönüştürmenin en kolay yolu olacağını ta Osmanlı döneminden keşfetmiş olmanın verdiği rahatlıkla Müslümanları kapitalist piyasaya entegre etmekte hiç zorlanmadılar.
Siyasi iktidarların desteğini alan muhafazakârların kazandıklarını zannettikleri bu itibarın yalancı ve geçici bir itibar olduğunu anlamaları boyunlarındaki bukağılardan çekilerek zorla sokuldukları ve kuruluşunda ya da denetlenmesinde hiç bir rolleri olmayan serbest piyasa ekonomisinin dişlileri diyebileceğimiz kurum ve üst kurulların koridorları arasında kaybolmaya başladıklarında anlamaları da çok uzun zaman almadı.
Liberal kapitalist ekonomiyi batılı ülkelerin merkez bankalarından veya borsalarından kendilerine ulaşan rakamlara göre yönetmeye çalışan devlet görevlilerinin muhafazakârlaşmaya yüz tutan liberal ekonomiye uzun süre tahammül etmeyeceklerini düşünenler daha temkinli adımlar atsa da 1980 ve 1990’lı yıllarda devletten aldıkları ihaleler ve teşviklerle zafer sarhoşluğu yaşayanları akıbetlerinin hiç iyi olmadığı çabuk anlaşıldı.
Şimdilerde maalesef aynı tuzağa düşen veya düşmeye aday olan çok fazla insanın varlığı insanın derin derin düşünmesine sebep oluyor.
60 yıldır bir iki ara dönem hariç tek başına hiçbir zaman iktidar olamamış laikçi kesimin temsilcisi olarak görülen şirketler ve holdinglerin işçilerin ölümüne çalışarak oluşturdukları malvarlıklarına uzaktan imrenerek bakan muhafazakâr Müslümanların çalışanlarına kapitalist ekonominin en sert kurallarını uygulamaktan çekinmemeleri esasında kendi bünyelerindeki ilk büyük krizin ortaya çıkmasına sebep olmuştu.
Devletin, iktisadî bağlamda seküler laik kesimin önüne engeller koyduğunu ve bu vesile ile önlerinin geçici bir süre açıldığını fark edemeyen muhafazakâr kapitalistler kapitalizmin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışının ilanihaye devem edemeyeceğini anladıkları an ise ikinci büyük krizlerini yaşadıkları andır.
Müslümanların muhafazakar kapitalistliğe evirilme sürecinde ezeli rakipleri için geçerli olmayan bir takım teşviklerle birlikte teknolojinin son dönemdeki akıl almaz gelişmesi ile birlikte daha fazla yok edilen çevreyi korumak adına ekolojik dengenin korunması başta olmak üzere ürünlerin hijyenik şartlar altında üretilmesi ile şirket hisselerinin borsaya kayıt edilme zorunluluğu gibi o ana kadar hiç akıllarına bile gelmeyen engellerle devletin kadife eldiven içindeki demir yumruğu ile tanışmaları ise maddi açıdan en büyük krizi yaşamalarına sebep olmuştur.
Bu ana kadar hep maddi sayılabilecek krizlerden bahsettik.
Biz bu kriz nasıl oluşturuldu ise yine öyle hareket ederek ortadan kaldırılabileceğine inanıyoruz.
İnsanların arzu ve isteklerini hiçbir kural tanımadan oluşturdukları reklam kampanyaları ile kamçılayıp onları sürekli olarak satın almaya ve satın aldığını hemen tüketerek yeniden satın alma arzusuna yöneltilen kapitalist sistemin sonunda neredeyse oluşturulan makineleşmiş bir insan toplumunun sadece daha iktisadi çıkar sağlamak arzunu bir yana bırakarak başkalarının zararına da olsa çok kazanma hırsı yerine kazandığını içinde yaşadığı toplumla paylaşan ve kazancının bir kısmını dünyanın geri kalmış ülkelerindeki kardeşleri Çin’de harcayabileceğini düşünen insanlara dönüşebildiğinde krizin yok edileceğini düşünüyoruz.
Aksi durumda bizatihi kendisi bir kriz olan vahşi kapitalizmin egemenlerinin Müslümanlara yaşatacağı umumi kriz bugünkünden çok daha büyük olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.