Kapıların ardı
“Her insan teki bir kapı önünde doğar.” Ama insan sadece kapı önünde doğmaz, “…bizatihi bir kapı olarak doğmuş bulunur” der İsmet Özel. (Zor zamanda Konuşmak, Şule Yayınları, sf.113)
Kendimize bu nazarla bakacak olursak, belki yalnızca kapı değil, pencere, kilit, anahtar, duvar olup olmadığımız da önem kazanacaktır yahut kapıdaki ehemmiyeti tartışmalı bir aksesuar.
Eğer kapıysak meselâ hangi kapının önünde durduğumuz veya konu(mu)muz söz konusu edilecektir. Neye açılıp kapandığı sorusu, cinsi; birbirimize, dünyaya açıl(ma)ması gündeme gelecektir.
Kapının ardı kadar, insan sûretinin gerisi. Yani gizli eşkâl ve kimliğimiz. İnsan, Allah ve tabiatla kurulan ilişki biçimimiz…
“Kapıcı” da olabiliriz meselâ. O zaman bir bekleme, teyakkuz durumu vardır. Kapıları açmak, bazılarını g(özlemek).
Han Kapısını kırsak, Hancı’yı da bıraksak da…
Hakk Kapısı’nda durmak… Aşk (Hacet) Kapısı’nı çalmak… Şer Kapısı’nı mühürleyerek kapamak.
Kapılar yüzümüze örtülmüşse, çilingir çağırmak, şifreyi unutmamak.
Sürekli gezinen bir “Asansörün Kapısı’nda vakit çalmak lâflamak.
Çalınacak tek kapı dururken, arsızca vurduğumuz bin bir kapı…
Kapının ardında bir diğer kapı. Çal, aç kapa, tak kapı!
Sadece size açılan kapılar var belki, büyüsüne (kapı)lınan.
Tanpınar’a göre ölüm, siyah bir kapı… “Aşk, zafer, sanat, felsefe, her türlü icat hep bu siyah abanozdan kapının eşiğinde öten altın borulardır. (Yunus Balcı, Tanpınar(Trajik Bir Şair ve şiiri), sf. 83)
…
“Kapı olarak doğmuş bulunduysak”; hayatımız boyunca ve sonrasında ardımızda bıraktıklarımız göz önüne alınırsa, ne gibi merhalelerden geçeceğiz; başka şekillere biçimlere de mi gireceğiz? Çünkü dünya, nesneler bizi etkiler.
Kapı mı, ne bileyim belki bazılarımız gardıroptur, kimileri de rop.
Ekserisi bulunduğu mevkiden hoşnut değildir. Ki o zaman dilek ve temenni bahsi devreye girer.
“İç suret” değişir gider. Bir “iç yatırımın” göründüğü aynalarsa revaçta değildir, “doğru-dürüst görüntü” boşa gider.
Kimileri deste deste para, kimileri tutucu bir kasa, ya da Cahiliye Ateşi, Saadet Meşalesi olmayı hedefler.
Ânlara, günlere, devrana göre evrilir devrilir, bürünür döner.
Kimi; çorap olarak örülmek, kargacık burgacık harfler, özellikle notlar, istatistiki rakamlar, veriler olup, bilimci(!) adamların ödünü patlatmak ister.
Yüzdeler, kesirler, denklemler, yüksek zekâların yüksek matematiği olarak rol kesmek/biçmek gibi niyetler…
Bu şaşkınlıkla arşın olup, beyinleri arşınlamak ölçmek...
Akabinde meselâ mütevazı bir mutfak malzemesi olarak, ev hanımlarına mahsus, baharat tercihen biber(iye).
Ve âlim efendilerimizin ağızlarına sürülmek. Kokmuş düşüncelere ise tuz. Bazen toz(ut)sa da nihayetinde “tozdur” az uz.
Bazılarının ayakaltına paspas, eline eldiven, başına siperlik ve gölgelik…
Mukaddes toprakların çakılı, müstesna bir beynin akılı, bir zirvenin gönlündeki yakin, küffar ellerine coşkulu, muzaffer bir akın.
Zaman üstünün çakmağı, hakikatin tokmağı…
Yanında fotoğraf çektirmek isteyeceğiniz kadar “artiztik” şık bir laf… Yıkık ve kulağından tutup getirilen onarılmış hakir sevda…
Kapılığı, kapı gibi adamlara bırakıp, hiç değilse serazat atılıp tutulup fırlatılacak bir taş; delilerin eline düşüp kafa yarsa da, akıllıların elinde şeytanı da taşlayacak mahiyette, ezelî uğraş...
Ya da sersefil sâile... “Hey dilenci! Hadi başka kapıya” diyenleri duyar gibiyim.
O zaman bir “h(iç) fakiri” olarak, hep önünde durduğun kapıyı çalmak gitmek.
Emaneti yüklenmek. Destur istemek…
Yine de incili bir düş, ya da güzel bir fikir, gerçekleşmek üzere olan ebediyet hülyası, sonsuzluk tacı, mutluluk tahtı, âşıklık bahtı dilemek… ve ünlemek:
“Açıl susam açıl!”
Neredesin Ey sonsuzluk eşiği, içinde semavatı sallayan muhabbet beşiği!
Huzur Kapısı’nın güzelliği!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.