Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Kanalizasyonlar Akarken, Çırpınırdın Türkiye

Kanalizasyonlar Akarken, Çırpınırdın Türkiye

TV kanallarında peşpeşe; iğrenç tecavüz,  eşcinsel yatak sahnelerinin yer aldığı, büyük tantanalarla ortaya dökülen diziler yayınlanmakta, günler öncesinden reklâmı yapılmaktadır.  Küçük Sırlar’la ilgili sıralanan şikâyetleri unutmadık. Aşk-ı Memnu’dan sonra, daha beterleri sıraya girdi. Değişim dedikleri bu olsa gerek. Böylelikle medya kanalıyla, toplum dönüş(tür)mesinin en etkili yollarından biri gerçekleşmektedir.
İşin en acı taraflarından biri de, bunlardan eşcinsellikle öne çıkan muhafazakâr bilinen bir yönetmen ve senaristin işbirliğiyle yapılan dizidir. Senaristi, Kanal 7 gibi televizyonlarda, Ramazan programları da sunmuş bir şairdir.  Yönetmen Osman Sınav, “İyiliği, bütün güzelliğiyle gösterebilmek için karanlığı da bütün çıplaklığıyla göstermek lazım. Yoksa ‘iyi’ hissedilemez. Sığ kalır. Biz kimsenin cesaret edemediği şeyleri göstermeye çalışıyoruz. Ahlâksızlık propagandası yapmıyor, aksine o tip insanların profilini sergiliyoruz. Bu kişiler ve ahlâksızlıklarını gösterebilmek için ahlak sınırları dışına çıkmadan bir şeyler yapmak zorundayız” demektedir.
Bu bir açılımdır(!).  Kötülüğü bütün boyutlarıyla göstermek, ahlâkla nasıl bağdaştırılabilir? Yarın gaylerle ilgili yarışma programlarına da rastlayacağız. Nitekim Avrupa’dan örnek olarak, böyle bir yarışma teklif edilmiş, şimdilik ret edilmişti.  Bugün eşcinsel otelleri açılıyor,  geçtiğimiz senelerde “evlilik adımları” atılmıştı.  Lütfen, Bülent Ersoy’un kocalarını(!) ve medyada yer alış biçimini, yoğun biçimde nasıl desteklendiğini hatırlayalım.
Perdeyi aralayan, yolu açan muhafazakâr bir yönetmen mi olmalıdır? Anlaşılan, açık saçık pozlar verdikçe ve behimîleştikçe pohpohlanan,  cesur(!) kadın sanatçılar gibi; “cesur yönetmen” ve senaristler de vardır. Yahudi (sinema) kuruluşlarından, bir “cesaret madalyası da” onlar alır herhalde.
Müslümanları; İslâmi hassasiyetlere sahip olanları, diğer kesimlerden ayıran, onların şahsiyetini, dokusunu, var eden değerleri sağlayan kanunlar, sınırlar yıkılıyor, kalmıyor.
Şunu söylemek istiyorum: Sizin bir takım kutsallarınız, inancınızın gereği dokunmazlarınız, imanınızla paralel eylemleriniz olmalı. Siz diğer meslektaşlarınız gibi; özgürce(!) fütursuzca eşcinsel yatak sahneleri çekemezsiniz. Kötülüğü, ahlâksızlığı, suçu, günahı bütün aleniyetiyle, çıplaklığıyla ifşa edemezsiniz. Sizin sinema ve sanatınızın, hayata bakışınızın farklılıkları olmalı. İnsanî sorumluluğunuzun, İslâmî duyarlılığınızın bir karşılığı, göstergesi, dayandığı bir yer bulunmalı.
Çocuk istismarları da oluyor. Yarın onu da mı ayrıntılarıyla göstereceksiniz. Kötülüğün böylesine kolay sergilenişi, meşrulaştırılmasına, hoş görülmesine yarıyor ancak. Kadınları, anaları, genç kızları ya da erkekleri, çocukları “cinsel meta, her şekilde menfaati için kullanılabilecek” robot duygusunda, anlık yaşayan, ruhsuz yığınlar oluşuyor.
Ahlâksızlığın gerilimi ve şiddeti ruhları sarıyor.  Her sahne bir yıkım, isterse düğmeyi çevirelim. Tesiri sürüyor, üzüyor, hırpalıyor.  Üstelik benzerleriyle, emsalleriyle teşvik edilip, çürüme güçlendiriliyor. Ve en mühimi “olabilirliği, kabulü” yolunda engeller kalkıyor. Aşınıyoruz.
Genç nesillerde ne gibi tahribat taptığından habersiz mi bu içi-yüzü karalar!  İlim, irfan yuvalarında(!) İlkokul çağındaki çocukların, çantasından makyaj malzemesi çıkıyor. Ortaokul sıralarındaki delikanlı, kendisiyle çıkması için kız arkadaşına para teklif ediyor. Kız da ısrarları(!) kırmayıp, kabul ediyor. Para yükselen değer. Namus kaç para eder! Isparta'da üç çocuk, bir erkek öğrenciyi tuvalette köşeye sıkıştırıp, “Fatmagül’ün suçu ne” deyip taciz ediyorlar.
Muhafazakârların açtığı yarayı kim açıyor? RTÜK kimin sorumluluğunda? ATV’nin sahibi kim? Neden bu rezilliklere ciddi olarak “Dur” denilmiyor. İstedikleri kurumlar üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilenler, askere susta durduranlar, iktidarı asmak kesmek olarak yorumlayan, “başkanlık” takıntısı içinde olanlar, neden bu konuda son derece özensiz ve şaibeli bir tutum takınıyorlar.
Muhafazakâr hükümetlerin AK pak kadınlara sunduğu biricik rol modeli: Angelina Jolie… Yapışılan, elinden tutulan bir mübarek şahsiyet de Modacı Cem İpekçi. Hani şu cinsel tercihi tartışmalı,  “Evetçi” İpekçi. Son günlerde Mardin’de içinde iki mescit ve bir türbe olan Kasımıye Medresesi’nde  defile yapmak istedi. Bu da bir başka garabet!
İşin enteresan tarafı; Mardin Kırklar Kilisesi Papazı’nın “Defilenin medresede yapılmaması gerekir. Eğer sahipleri müsaade ediyorsa benim için bir mahsuru yoktur. Ama bir insan dini mekânlara ne kadar saygı gösterirse o kadar iyidir.” derken; Sayın İl Müftüsü’nün “Medrese Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bir tarihi mekândır, bu nedenle bizi ilgilendirmez.” şeklindeki açıklaması ve “Mardin Kültür ve Turizm İl Müdürünün ise “Kasimiye Medresesi bilimsel bir müzedir. Toplumsal kurallara ters düşmeyecek bir şekilde yapılan bir defiledir. Ayrıca bu konu ile ilgili olarak Mardin Valiliği izin vermiştir. Bu tür etkinliklerin yapılmasında bir sakınca yoktur.” buyurmasıdır. Akıl almaz, feci bir sahipsizlik manzarası!
Bilmiyorum, kiliselerde, havralarda falan defile düzenlenebiliyor mu? Yoksa yeterince bilimsel(!) değiller mi?
Sinemanın, sanatın, turizm önceliklerinin yanında Allah’ın koyduğu büyük yasakların, “haram-helâl” gibi modası geçmiş kavramların esamisi mi okunur? Devlet tarafından üç trilyon liraya tamir edilen Akdamar Kilisesi’nde 95 seneden sonra ayin başlatılsın; Kasımıye Medresesi podyum olsun, gayler, mankenler açılsın saçılsın.  Modern değerlerin, çağdaş oluşumların görkemine mukabil medrese değerlerinin, çöl kanunlarının ne önemi var ki? Dünyaya tapılsın.
Azman BDP’nin gemi azıya alması ise bir başka hüsran. Adamlar boykot yapıyor, yurt içinden dışından istedikleri kişilerle iletişim kuruyor; erkeğinden dişisine etmedik hakaret bırakmıyor, demokratik özerklik ilân ediyor. Halk kahramanı(!) Apo’yla, hükümet desteğiyle görüşmeler aldı başını gidiyor. Kaval dinliyor, trene bakar gibi bakıyoruz.
Ve dürüst olalım CHP veya bir başka parti döneminde, bu işler zuhur etseydi, küçük kıyamet kopmaz mıydı? Zihniyetinden falan girip, İsmet İnönü’sünden, cemaziyülevvelinden çıkmaz mıydık? Mazide yapılan zulümler, yenilerini mazur gösterebilir mi?
 “Bizdenlik”; ahlâksızlığı onaylamayı/ yol açmayı/ cevaz verme/ göz yummayı/ hoş görmeyi meşrû kılar mı?
Siz; kamuoyuna yönelik artistik gösterilere, siyasî hokkabazlıklara, lafazan politikacılara değil, icraatlara, tatbikatlara, kimin hükmünün yürürlükte olduğuna bakınız.
Nasıl bir zihniyet dönüşümü içindeyiz? Galiba şöyle bir şey karşımızdaki: Namazımı kılarım, tecavüzüme, dizime bakarım;  ruhum iğfal edilse de, ahretimi satarım”
 Bu durumda “Hangi Muhafazakârlık” diyorum. Muhafazakârlar da kendini sorgulamalı.
Koyunluğun da bir haddi, istiabı olmalı. Herhalde halkımız, bu kokuşma ve çirkin gidişata “Evet” dememiştir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi