Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Kadın gözüyle Tarık Buğra

Kadın gözüyle Tarık Buğra

Edebiyat tarihine damgasını vurmuş, değerli yazarlarımızdan Tarık Buğra, doğumunun 100. Yılı; bu sene de vefatının 25. yılı dolayısıyla çeşitli etkinliklerle gündeme geldi. 

İşbu yazı ve birkaç cümle de; onu hatırlamaya mütevazı bir katkıdır.

Prof. Dr. İnci Enginün’ün,  onun hakkındaki bazı görüşleri şöyledir:

Küçük Ağa, Dönemeçte, Yağmur Beklerken ve Osmancık şüphesiz ki Tarık Buğra’nın Türk edebiyatında yerini sağlamış eserleridir. Küçük Ağa Millî Mücadele’yi o güne kadar yazılanlardan daha farklı bir kapsam ve bakış açısından almasıyla dikkat çekmiştir.(…)

Tarık Buğra’nın romanlarının arka planlarında daima Türkiye’nin siyasî hareketleri bulunmaktadır. Kendi halinde durmuş, sakin yaşayan kasaba hayatında siyasî havanın rüzgârını en iyi yansıtan yazarlardan biridir. Belirli bir siyasî telkinde bulunmaksızın, insanları anlatma başarısı göstermesi, onun romanını siyasî okumaların dışında da önemli kılar. (İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları, sf. 342-343)

Prof. Dr. Hülya Argunşah, eserlerinden Osmancık romanını tahlil ederken, şu tespitleri yapmaktadır:

“Tarık Buğra Osmancık romanında zaman zaman Dede Korkut’ta, Osman Bey’in hitaplarında ise Orhun Abideleri’nde kullanılan üslubu taklit eder.(…) Tarık Buğra’nın Türk tarihinin ve edebiyatının ilk ve önemli yapı taşlarını üsluplarını şahsileştirerek kullanması, bir destancının ve destanın toplumlarda oynadığı rolü modern bir destan olan romanıyla yüklenmeyi istemesinden kaynaklanmaktadır. Osmancık bu üslup özellikleriyle modern bir destan olma boyutunu da kazanır.” (Hülya Argunşah, Tarih ve Roman, Kesit Yayınları, sf. 398)

Sevdiğimiz beğendiğimiz yazarların şahsî dünyaları da çekicidir, belki daha yakından tanımayı arzu ederiz.

 Sadece kitaplarıyla değil, daha içerlerdeki, farklı bir insanın portresini, yaşayışını merak edenlerimiz bulunur. Herhâlde maskesiz, perdesiz. Ki bazen gördüklerimizden okur olarak memnun kalmasak da…

Baba, eş, anne, memur, arkadaş vs. farklı çizimler, yüzler…

 Eserlerinden şahsiyetine, özeline geçeriz. Tepedeki adam değil, eli filelerle dolu, evine ekmek götüren, seven, öfkelenen,  “bizden biri” olarak kalbimizde yer eden kişi, bir başka açıdan Tarık Buğra alâkamızı uyandırır. Zannedildiği kadar yalnız mıdır mesela, mutsuz mudur?

Tarık Buğra’nın ilk eşi, 1950’de evlendiği hikâyeci Jale Baysal hanımdır. 1964’de yayınlanan Hikâyeler kitabında, sıcacık bir ithafla karşılaşırız:

“Önce evlilik için, ev için yazdım, sonra evlendim ve yanılmadığımı gördüm. Demek ki senin için yazarmışım Ayşe’min annesi.” (Hikâyeler, Günaydın Yayınları)

Hâlbuki tek çocuğu Ayşe’nin doğduğu bu evlilik, Beşir Ayvazoğlu’nun ifadesiyle: “Mayıs 1968’de sona ermiştir.” (Beşir Ayvazoğlu, Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak, Ötüken)

İkinci eşi, hikâyeci Hatice Bilen Buğra’dır. El ele, gönül gönülle olan bu evlilik, onları yakından tanıyan ünlü romancımız Emine Işınsu’nun ifadesiyle: “…büyük sanatçıya Allah’ın lütfu olmuş; bu dirayetli, olgun genç yazar hanım, eşini sanatçılara has bir dağınıklıktan kurtarmış, ona âdeta yeni bir yazma gücü kazandırmıştı(r).” (Mehmet Tekin, Tarık Buğra İtaatsiz Bir Taşralının Entelektüel Portresi; Ötüken, sf. 582)

 Tarık Buğra hakkında, önemli çalışmalar yapmış, kapsamlı bir kitap yazmış Prof. Dr. Mehmet Tekin’in kitabında;  Hatice Bilen; eşinin ölümü ve sonrasını anlatır.

Bana özellikle son kısmı çok işledi:

“Ölümün bizden çok uzak olduğu bir yaz akşamında, balkonumuzda otururken öylesine söylüyormuş gibi, ‘İnşallah gözlerimi sen kapatırsın!” diyerek dillendirdiği dileğini yerine getirmek için, bir mumun sönüşü gibi ağzından çıkan son nefesten sonra, dünyaya hâlâ aynı canlılıkla bakmaya devam eden gözlerini kapamak da bana kaldı.

Ne var ki, 26 Şubat 1994’te İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Bölümü’nün altıncı katındaki 642 numaralı odada vedalaştığımız andan itibaren onunla konuşup dertleşmek ihtiyacını ne kadar hissetsem, elime aldığım kitapları özlemimi gidermeye gene de yetmiyor.

Bu yüzden, yaşadığı sürece çevresine öteki her şey karanlık görünecek şekilde manevi bir ışık yayan bu zarif, dengeli, ölçülü ve soylu insanın yazı makinesine eğilmiş ak saçlı güzel başını, yazı yazmaktan yamulmuş ince, uzun parmaklarını, o parmakların tuşlarda çıkardığı tıkırtıları, erimiş akide şekerlerini andıran yeşil-ela gözlerinin bütün sevgisi ve şefkatiyle bana bakışını; adımı çağıran sesini, nefesini, kokusunu her geçen gün daha çok özlüyorum.” (Mehmet Tekin, Tarık Buğra İtaatsiz Bir Taşralının Entelektüel Portresi; Ötüken, sf. 632) 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi
SON YAZILAR