Kabuklar ve Yaralar
Bir ilkokul öğrencisinin yazdığı hikâyeyi okuyorsunuz, kahramanı Mary.. olan.” Neden bu ismi tercih ettiğini” sorduğunuzda, çocuk cevap veremiyor. Çünkü küçük yaşlarda sarmaş dolaş olduğu, baskın yüceltilmiş İngiliz Amerikan dilini kuşkusuz, kendine daha yakın buluyor. Tüm dünyası hâkim kültürle çevrili.
Genç bir hanıma, Türkiye’yi saran yabancı isimlerin, küresel markaların saltanatına karşı, mesela “İkonia’yı Konya yapan” süreçten, ödenen bedellerden, mirasyedi değilsek, herhalde üzerimizdeki bir mesuliyet ve vazifeden bahsetmiştim. Ki şimdi genelde, tersinden bir gidiş söz konusu.
Tarih öncesi bir dinozora(!) gösterilen tepkiyle; yüzüme tuhaf tuhaf baktı. “Hiç böyle düşünmemiştim” dedi.
Nereden düşünsün. Bir cevabı, itirazı, direnişi olması için; herhalde önce kendi kültürüne, özüne dair bir fikri, endişesi, bir merkezi, benimseyişi olması lazım ki, yerine göre eylemler ortaya koyabilsin.
Konya Mimarlar Odası Başkanı Armağan Güleç Korumaz bahsetmişti. İtalyanlar, Roma ve Floransa kentlerinde McDonald's şubesi açılmasına tepki göstermişlerdi mesela.
Papaya kadar mektup yazdılar. İtirazlarında “ülkenin en karakteristik meydanlarından birinin mimari geleneklerine saygısızlık; "Fast-food restoranının mahallenin sanatsal, kültürel ve sosyal kimliğini altüst edeceği.. Kentin karakterinin korunamayacağı” gibi gerekçeler sundular.
Geçenlerde kanalın birinde, galiba bir Afrika ülkesi gösteriliyordu. Hayat kalitesinin az olduğu izlenimi veren, mağaramsı yerlerde, izbe evlerde yaşayan yoksul insanlar.. Doğum günü kutlaması yapıyor ve pastaya üflüyorlardı.
Evrensel ölçekte şuurlu dikilişleri bilip, duyduğunuzda; yine derdiniz depreşiyor. En basitinden yiyecekleriniz giyecekleriniz ve hayatı algılama yaşama biçiminiz ne kadar birbirine benzeşiyor. Fabrikasyon, robotlaşmış insanlar; (yokluğa) mahkûm kültürler…
Onlar “Biz İtalyan’ız; biz Fransız’ız” bilinci ve güveniyle; ticarî gayeyi bir kenara itiyorlar söz gelişi. Memleketimizdeyse kültürel mirasını, değerlerini yaşatma yönünde kaygılar, sahiplenmeler gittikçe azalıyor.
“Biz Türk’üz” diyemediğimiz gibi, merak buyurmayınız Müslümanca bir bakışı da ortaya koyamıyoruz. Örnek ahlakımızla, hars ve sanatımızla, mimarimizle…
Bir öz eleştiri yapalım: Çok dindar(!) bir modaevi; isim kıtlığında(!) adını “Huu” koymuş. Göz önüne getirin, abuk sabuk kıyafetlerle “Huu’cu” mankenler.
Giysiyi beğenmediniz kızdınız mesela, eleştirileriniz kime, nerden aldınız, sahibi Kim?
Tespihlere, siyasi bir liderin resminin konulduğu gibi, daha çirkin, akıl almaz bir edepsizlik, kepazelik, tahkir.
İçime sinmezdi, bütün sevimliliğimi takınıp, gidip konuştum mağazadaki bir görevliyle. Bana şaşkınlıkla “Neden olmasın” dedi. “Sevgi eseriymiş.”
Birbirimize sersem sepet baktık. Sonra bir Kuran Kursu hocasının bu ismi verdiğine dair beter, berbat bir savunma yaptı. Telâşlandı, bir arkadaşını çağırdı vs. Güvenlik kuvvetleri yetişmeden, olay mahallini hızlıca(!) terk ettim.
Bilirsiniz vaktiyle, Peygamber Efendi’mizin(S.A.V.) mübarek isimleri bile hürmeten, çocuklarımıza “Mehmet” şeklinde konurdu.
Kedi köpeklerimize, şirin sıpalarımıza hınzırlarımıza, baygın bakışlı öküzlere, bilumum hayvan haşata, inanın sırf sevgimizden dolayı; modacı hanımefendi beyefendilerin isimlerini koysak, hakaret addeder miydi, razı gelirler miydi acaba? Acep, şüpheye mi, tongaya mı düşerlerdi? İçlerinde bir şey mi büyür, ulur, ürürdü.
Gerçi bu kafayla, ürünlerde ucuzluk olunca, tekrar mübarek alışverişimizi yaparız nasılsa.
Dil ve Dîl değişiyor. Din değişiyor.
Kutsalın düşüşü, Sözün düşüşü, İnsanın düşüşü…
Şehrin bağrına saplanmış hançerler…
2015 tarihli bir habere göre, yabancılara taşınmaz satışında Konya 8 milyon 306 bin 788 metrekare ile 2’inci sırada yer alıyordu mesela. Alıcılar arasında İsrail’in olduğu; özellikle verimli arazilere ve stratejik öneme sahip topraklar var bunların aralarında.
Haydi, bugün sıralamada biraz geride olalım. Neyin muhafazasını, korumalığını(!) yapıyoruz biz Allah Aşkına.
Vaktiyle “Gâvur, Haçlı, Siyonist, Şeytan’ın daniskası” falan diye nitelediklerimiz; şimdi ismiyle cismiyle, göstere geçire, burnunun dibinde; zihin ve kalbindeki, yuvandaki, ülkendeki varlığını kuvvetlendiriyor. Öz mevcudiyetini siliyor, eziyor. Hiç farkında değiliz. Sanal “Dirilişler” bize yetiyor.
Maziyi aydınlatanlara yetişemediğimiz, genç kuşakları yetiştirip eğitemediğimiz gibi; üste koyup, geleceğe, özgün kıymetlerimizi intikal ettiremiyoruz. Bozum, taklit daha kolay. Geçmiş nesilleri, mukallitlikle, egemene boyun eğiş, eziklikle suçlayanlar aynı yoldan fütursuzca gidiyor.
Her yerde teslimiyet emareleri. Hür, sağlıklı düşünce üretemiyorsunuz. Muhasebe, murakabe, istişare, birlik ve âhenk yok.
Şerre, yozlaşmaya, gönüllü köleliğe razı geliyor, arada köprüler kuruyoruz.
Devletlû sözler, kalabalık lâflar hiçbir yere konmuyor, havada kalıyor.
İlmin, değerlerin, erdemin alıcısı muhatabı bulunmuyor. Çizilen resimle, duruşun, göstergelerin aykırılığı, tezadı içinizi buruyor.
Ve işin acısı, Avrupalı bazı konularda bizden daha şuurlu.
Dizi dizi inciler(!), lale bahçeleri, bitmez tükenmez saltanatlı azgın inşaatlar, zorla göze sokulan sahtekâr rüyalar, yalan(cı) yollar, yaranıza artık merhem olmuyor.
Hep(si) kabuk… kabuk...
Hasta Adam; bir lokmada yutulur Pasta (kek) Adam.. Yasta Adam…
Yine de; göz bağcılar fazla olsa da, bağlar açılıp düşüyor bazen. Yahut sizi bağlamıyor.
Yığılı kabukları bir kenara itiyorsunuz. Süpürülmeli, çöpe gitmeli…
İçe yöneliyorsunuz. Bir kişi, üç kişi, beş kişi… Dikleşmeli.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.