Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Geçmesin Günümüz Sevgilim Yasla

Geçmesin Günümüz Sevgilim Yasla

Genelde tabiatı gereği idareciler, tepedekiler eleştiri bombardımanına tutulur; yetkileri oranında sorumluluk da onlardan beklenir. Oysa bizlerin de mesuliyeti büyük.
Mesela “eğlence” bahsinde hep yöneticilerin konser, şenlik düzenleme, har vurup harman savurmasından şikâyet ediyoruz da, halk cephesine hiç bakmıyoruz.
Büyük felâketler yaşıyoruz, terör, özel bir savaş en üst seviyelere çıktı. Şehit vermeden gün geçmiyor. Bölünme tehlikesi daha da arttı. Dış politika malûm.
Sıkıştırıldık, kapana kısıldık, en hafif tabiriyle. Halkta en ufak bir tepki, kıpırdanma görüyor musunuz? Sosyetenin devam ettiği eğlence kulüpleri “tıklım tıklım” deniliyor.
Yabancı bir pop gurubunun konserine, 40 bin genç katılıyor. Hayatî davalar, memleket meseleleri bahsinde bir çırpıda 10 bin genci toplayabilir misiniz?
Stadyumlar, AVM’ler mabetlerimiz. Gönül evlerinde bin çeşit, şişirme tanrı bebeklerimiz, kırılası dökülesi viran olası puthanemiz.
Gariban, mütevazı bütçeli kesim, orta direk de çalgı kalgıdan, gezip tozmadan, zaman öldürme ve TV ibadetinden hiç geri durmuyor. Herkes seviyesine göre, haz peşinde; sele kapılmış biçimde.
Belli bir tezi, inancına mugayir bir hayata cevaplar yetiştirmesi gereken en mütedeyyin ailelerde bile danslı, sazlı cazlı düğün toplantıları, merasimler yapılıyor. Bayramlıktan çıkmış dinî-millî günler, içselleştirilmiş yabancı âdetler, şekilden çıkamamış sözüm ona namazlar, oruçlar, ramazanlar…
“Hem o, hem bu” hâli; her yere, her kesime yetişme yapışma ve yamışma durumu. Bu netameli, belâ kokan günlerde bir toparlama, çekidüzen, muhasebe, özeleştiri görülüyor mu?
Bilâkis daha da kayıtsız, gamsız(!) cansız(!) bir duruma geliyoruz. İnsan, en yakınlarından, ailesi, komşusu, muhitinden bile çekinmiyor. Alabildiğine özgür, fütursuz.
Sakarya’da 14 yaşındaki kız çocuğuna mahalle, şehir boyu, toplu tecavüz ediliyor. Aileler, 34 sanığın tahliye kararını alkışlarla karşılıyor; sevinç çığlıkları atılıp, ıslıklar çalınıyor, kornalar basılıyor. Sanırsınız düğün kervanı; asker karşılanıyor. Tutup, alınlarından da öpeydiniz bari.
Sair vakitte, geri(!) zamanlarda; işlediği suçla başınızı yerden kaldırtmayacak derecede sizi üzmesi, utandırması gereken oğullar, gurur övünç kaynağı gibi, iftiharla taşınabiliyor. Böyle çok yönlü bir z(illete), neredeyse madalya takacaklar.
Her pisliğe, her çirkinliğe bir mazeret, kılıf uydurma vaziyeti. Hatadan münezzehlik, her durumda haklılık, üste çıkma. Ne günah var, ne suç, ne de yasak, dolayısıyla pişmanlık ve vicdan azabı da. Tümü eşitlendi, hepsi bir, hiçbiri fark etmez.
Büyük–küçük firavunlar, kibir kuleleri, taş insanlar dolaşıyor aramızda. Her masum, bir İbrahim; habire ateşe atılıyor. Kuyular Yusuf dolu; toprakaltları kız…
“Empati” dedikleri de kalmadı. Kendi yakınları olsa mütecavize alkış tutabilirler miydi? Muhafazakâr, Müslüman; “Allah korkulu” toplum işi mi bunlar ve hayra alâmet mi? Korkarım “İsmet İnönü’nün yargısı” da diyemeyeceğiz.
Belli hassasiyetleri olan kesimden adalet beklemeyeceğiz de, kimden bekleyeceğiz. Hem dindarız, hem tecavüz ve zinayı onaylıyoruz. Üstelik eylemlerimizle, verdiğimiz karar ve hükümlerle “önümüzde çoluk çocuk da olsa fark etmez” demeye getiriyor; düz gidiyor, bir çeşit ödüllendiriyoruz.
 Dindarlığımız da çeşitlendi, din artık dar geliyor bizlere. “Yetmez ama Evet!” diyoruz cümle âleme. Keseler dolsun tepeleme, nasılsa ahret de parsellenir böyük liderlerle.
Sanki toplumun dengesi yerinden oynadı, yekten çıldırdık. İşte size yepyeni bir açılım ve koşu(!) sahası.
Şiddetin yaygınlaşması, ilişkilerimizdeki kabalık, hoyratlık ve gelişigüzellik; İnancın, manevi değerlerin üzerimizdeki etkisizliği, yersizlik ve tutunamazlığın bir işareti.
Tanrı’ya bile saygımız yok. Şeytanî şüphelerimiz çuvalla. Kim tutar bizi, Âdem Nuh, Cennet Cehennem masallarıyla. Kevser Havuzu da neydi, Olimpik havuzda yatarken sefayla.
“Yürü yavrum yürü” havalarıyla; “Beraber yürüyoruz biz bu yollarda” da.. nasıl yürüyoruz? Bir tökezleme, duraklama ve bir çökme, batma mukadder mi?
Bu destursuz, karanlık gidişi; Allah(bizi) affeder mi?
………………………………………………..
K+ DERGİSİ
Değerli imzalarla dolu; 3 Aylık Şehir Kültürü Dergisinin editörü Mehmet Ali Köseoğlu:
“K+ Dergisi’yle şehre yeni bir kapı aralıyoruz. Konya gibi köklü bir medeniyetin -bir tek mi?- mirasçısı olmak, sadece onun ikramlarından istifade etmeyi değil, diğer yandan da hizmet etmeyi gerekli kılıyor. Aslında her mirasçının böyle bir sorumluluğu vardır.
Kendisine kalan değeri harcayıp tüketen değil, onu gelecek nesillere daha da zengin, en azından korunmuş bir şekilde ulaştıran kişinin harcadığı emek, ne güzel emektir.
Konya’nın ve kültürün ‘K’sını alıp; daha da fazla yapma arzumuza bu yüzden ‘+’ yı ekledik. K+’nın kısaca hikâyesi budur.
 Üç ayda bir Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi’nin, gerçekleştirdiği birbirinden değerli tüm işlerin üstüne konulan bir artıdır bu dergi. Ama en güzel artıdır.
Logosunda kullandığımız ‘+’ işareti de Kubadabad Sarayı’ndaki turkuvaz çinilere yüzyıllar öncesinde işlenen motiflerden başka bir şey değildir.” diyor derginin çıkışını ve gayesini anlatan yazısında.
Keşke Hayat defterimizi hep artılarla doldurabilsek…
O artının dik ucu gökleri, diğer ucu köklü maneviyat derinliklerini bulsa, toprağımızın özsuyunu ve göksuyunu emse, içine geçirse ve her cihetten genişlese…
Tebrik ediyor, yol açıklığı, uzun soluklu olmasını diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi