Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Fatihler ve Kartallar

Fatihler ve Kartallar

29 Mayıs 1453 İstanbul’un fethi. Farklı tarihçiler değişik yorumlar getirmişse de, bu şanlı hadiseyi birkaç cümleyle de olsa anmak yerinde olacaktır.

Fatih hakkında düşmanca değerlendirmeler yapılmıştır; ama Fransız Şair Yazar Alfonse de Lamartine’ye göre “Rum, Venedikli ve Cenevizli tarihçiler bize II. Mehmet’in Manisa ve Bursa’daki devirlerinde en ileri görüşlere açık bir eğitimi desteklediğini ittifakla yazmaktadır”. “Arapça, Farsça, Kaldece, İbranice, Latince ve Rumca’yı, o dillere ait konuları tartışacak kadar iyi bilirdi. Venedikli ve Cenevizlilerin kendi şerefine kaleme aldıkları Lâtince şiirleri okur, alicenaplık göstererek sarayına çağırdığı İtalyan ressam ve müzisyenleri ile samimiyet kurardı. Hoşgörülüğün taassuptan ziyade dinsizliğe karşı olduğunda herkes görüş birliğine varmıştır.(…)

Edirne’ye döndüğünde, Antik devirlerindeki hayranları gibi, zafer ve fetih içini kemiriyordu. İstanbul’un fethedilmesi fikri devamlı olarak zihnini meşgul ediyor, hatta onu geceleri sıçratarak uyandırıyordu.” (A. De Lamartine, Türkiye Tarihi 2. Cilt, Tercüman 10001 Temel Eser. 431)

“Macar top ustası Urban, kendisine verilen ücreti az bularak İstanbul’dan kaçmıştı. Hâlbuki Sultan II. Mehmet İstanbul’un fiyatı için hiçbir şeyi pahalı bulmuyordu(…)

Urban, gülleleri 36 cm çapında ve her biri 6000 kg gelen bronz bir top döktü. İnsan eliyle yaratılan bu yıldırım gücündeki topu hareket ettirebilmek için yüz boğaya ve yedi yüz insana ihtiyaç vardı. Edirne sarayı önündeki düzlüğe çekildikten sonra, şehir halkı, gebelerin çocuklarını düşürmemeleri için önceden uyarıldı ve top denendi. Namludan çıkan duman bütün Edirne’yi kapladı, gürültüsü muazzam oldu. Gülle bütün Edirne ovasını aştıktan sonra kaşı dağın eteklerine bir kulaç derinliğinde gömüldü. Deneme padişahı memnun bıraktı. Beş yüz çift öküz ve üç bin topçu neferi bu topu Edirne’den Marmara kıyılarına taşımakla görevlendirildi.(S. 437-438)

Şehrin teslim edilmesi teklifinin kabul edilmemesi üzerine “Sultan Mehmet Han, 29 Mayıs günü karadan ve denizden yapılan genel saldırıyı kesinleştirdi. Bütün ordugâha hücum haberi tellallar vasıtasıyla bildirildi. Türk askerlerinin arasında dolaşan dervişler durmadan teşvike edici konuşmalar yapıyorlar, peygamberin adı için ölenlerin şehitlik mertebesine çıkacaklarını hatırlatıyorlardı.

‘İki kıta üzerindeki imansızların ve kâfirlerin ocağını yıkmak içi bu İslamiyet’in son adımıdır. Oklarınız ve kılıçlarınız Allah’ın yıldırımları olacaktır. Onun adını zikrederek galip gelenler bu topraklara, ölenler ise Cennete sahip olacaktır diyorlardı. Sultan II. Mehmed’in iradesi altında mutlak disipline girmiş olan binlerce Türk çerisi dervişlerin çağrıları ve dilekleri ile büsbütün yüreklerini çelikleştirdiler. Hücumdan bir gece önce Osmanlı ordugâhında sevinç ateşleri yakıldı; Asya boğazının tepelerinden, Avrupa tarafında Beyoğlu sırtlarına, oradan Marmara kıyılarına kadar uzanan ateşlerin görüntüsü Bizans’a korkunç bir ürperti verdi. (…)

Son gününün korkunç şafağını gören Bütün İstanbul o geceyi ayakta, dua ederek ve ağlayarak geçirdi. Rahiplerden, rahibelerden, kadın ve her çeşit halktan meydana gelmiş âyin alayları durmadan ‘ktrie eleison – Tanrım bizi kurtarmak için gel!’ ilahisini arada hıçkırıklarla kesilerek söylüyorlar, Akropol’a giderek cesaretlerinden fazla medet umdukları Bakire’nin meydana çıkması için yalvarıyorlardı. Gelenler Bakire’nin heykelinin ayaklarına göğüslerini sürüyorlar, günahlarını itiraf ederek affını kazanmak istiyorlardı; ama hiçbiri, vatanseverlikten yoksun bir milletin affedilmez günahı olan korkaklıklarını itirafa cesaret edemiyordu.” ( s. 455-456)

***

Mazi, o azametli devirler, haşmetli tarih sahnesi geride kaldı. Şanlı bir miras ve İstanbul bize emanet bırakıldı.

Şimdi bir başka hikâyeye dönelim. Samiha Ayverdi Hanımefendi’nin Bağ Bozumu eserinden, “İnsandan Kalan” makalesinden bir hatıraya:

“….Değerli kadın Safiye Erol’un eşi Necmeddin Erol Bey, askerden sivil hayata geçmiş bir kimse idi. Karı-koca, hayvanları severler ve evlerinde her zaman bir kedileri bulunurdu.

(Necmeddin Bey) Yeşilköy Havacılık Mektebi’nde müdür bulunduğu sıralarda âdeti veçhile kırlarda dolaştığı bir gün, çalılar arasında yaralı bir kartal görerek hayvanı sığındığı yerden kaldırtıp mektebe getirir ve itinâ ile tedavisine başlar. Uzun bir bakımdan sonra da yaralı hayvanın iyileşmiş olduğunu ve uçabileceğini, hayvancağızı tedavi eden baytardan öğrenir ve aldığı cesaretle kartalı uçurtur. Fakat kadirşinas hayvan, zaman zaman içeri girip, başına konup gür saçlarını gagası ile okşamaya başlar. Necmeddin Bey’in ifadesine göre kendince minnetini izhar etmekten geri kalmayan hayvanın bu şükran tezahürleri, her ne kadar hoşuna gitse de ağır cüssesinin altında boynunun titremesi tahammülü hayli güç bir sevgi alametidir.

Amma, kartalın vefâkâr ikramı bu kadarla da bitmez, pencereden her girişinde, kendisi için zor fedâ edilecek bir av parçası olan yakaladığı bir kuş veya bir fare ölüsünü sanki: Kendi boğazımdan keserek sana getirdim! der gibi efendisinin masasının üstüne bırakarak geldiği gibi gururla uçup gider.(Hülbe Yayınları, 1987, s. 302-303)

Vefa, sadakat, insanı ve hayvanı birbirinden ayıran aşk bağlamında da, çeşitli açılardan da okunabilecek bir hikâye.

Akbabalar leşlere konar, kartallarsa yüksekten uçar. Kartalın nimet verene, bir anlamda varoluşa karşı saygısı.

Muhafaza etme, adalet, üste koyma, değerlerin içselleştirilmesi, yüksel(t)me şimdi nerede.

Fatihler ve kartallar; atalar ve torunlar. Çağdaş insanın (nan)körlüğü, fiyakalı hamakatı...

Hamasi nutuklar atmak, hasbelkader eline her mevki geçenin kendini Fatih zannetmesi ve meydanı irili ufaklı fatihlerin(!) kaplaması kolay.

Oysa “Emanetin sahibi” insana ne düşerdi, bizim “şükran tezahürlerimiz” nedir? Şehirlerin tüm Türkiye’nin ve ümmetin hayatına, yeni zamanlarda çağlarda(!) neler katmışızdır?

Dağa taşa toprağa, Allah’a, inançlara, kültürel mirasımıza derin kararlı bir hürmeti ve ona denk eylemleri bir türlü göremiyoruz. Kör kazmalar her yere saplanıyor.

Fetih ruhu neydi? Nasıl bir yırtıcı ve yıkıcıyız?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi