Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

En En En

En En En

Çocukluğun büyülü dünyasında masalları, o döneme dair kitapları severdim. TV, internet devreye girmemişti ve belki de zihne, gönle daha çok iş düşerdi. Kutulara, çerçevelere hapsolmazdık.

Kahramanlarla kendinizi özdeşleştirirdiniz, geri dönüşleriniz hep muhteşem olurdu. Bir teselli, umut bulurdunuz, sıkıcı bir dünyayı renklendirirdi, sevemediğimiz değiştiremediğimiz berbat hayat gerçeklerinden bir teneffüs, kaçış duygusu verir ve rahatlatırdı. Başka seçenekleri imlerdi. Düşleri zenginleştirirdi.

Çikolatadan, pastadan evlerle buluşan çocuklar; cadıları, devleri, bin bir kılığa girmiş kötülüğü yenerdi, büyüyünce de söz gelişi burunları yalan dolayısıyla uzamazdı. Keloğlanlar padişah kızlarıyla evlenirdi, cadılar süpürülür giderdi.

En başarılı, en güzel, en mutlu kahramanlar mutlu sonları daima hak ederdi. Herhalde pembe neticelere, mesut geleceklere ihtiyacımız şiddetliydi.

Bir çeşit masal süreci büyüyünce de devam ediyor, hepimiz bir masal kahramanıyız belki. Garip kibirlenmeler, varlığımıza ve sevdiklerimize yönelmiş gerçekten uzak abartılı şişirmeler, kendinden menkul eklemeler…

Tarihten, atalardan, meçhul gelecekten alınan ödünç(!) vasıflarla, en ufak bir benzerlik olmasa bile, alabildiğine kişiliği zenginleştirmeler.

Bu hayal dokunuşları, sihir, yükseltilmiş umutlar bazen gereklidir ama hakikat dışına, çocuksu yönelişlere de çıkarabilirdi bizi.

Mesela çocukken pek beğendiğim bir kitap olan Küçük Prenses’te İngiliz subay babanın, Hindistan’daki elmas madenleriyle ne işi olduğunu, mevcut ırkçı tasvirleri haliyle bilemez ve sorgulayamazdım.

Ön kapağa vitrine seyirliğe bakmaktan, arka tarafı, Gizli Bahçeleri, kelimelerin içyüzünü, saklı mesajları görmezdik.

Oysa masallar, cici(!) edebiyat acılaşabilir, hakikate de dönüşebilirdi yahut zaten verili fakat örtbas edilmiş gerçeğin donatılmış tarafıydı.

Eserlerin arka planıysa, kuşkusuz apayrı okumaları icap ettirirdi.

Kendi ülkemde de; “geri kalmışlıkla” nitelenen memleketlerdeki benzer faaliyet ve uygulamaları, zengin madenlerin arayıcılığını taşıyıcılığını yapanları, taşımız toprağımızda yabancıların ne aradığını, aradaki tartışmalı anlaşmaları, bağış(lama)ları tahayyül edemezdim. Hâlbuki hayaldi, gerçek oldu.

Zamanla Enler birleşir, büyür, enlenir, ünlenir, hatta boylanırdı. Boylu poslu bir gelincik oğlancık olur, genellikle de irileşir, küçük tanrıcıklar haline dahi gelirdi.

Siyasetler, yönetimler akıl almaz bir dokunulmazlık ve yücelik kılıfıyla bambaşka boyutlara, bir masal efsane üfürüğünün büyüsüne erişirdi.

Kimileri kutsiyet halesiyle çevrili; Selçukluya Osmanlıya öte dünyalara atlar, yeryüzüyle gökyüzüyle bütünleşir, üzerine ok silah işlemez, hiç hata yapmaz, ne yapsa bir hikmeti vardır diye şöhretlenirdi.

Kutsallaştırılmış araçlar, taşıtlar hep “En! Enn!” diye öter, milleti ikaz edip, yolları açar, Egemenin muteberin gücünü imlerdi.

Neticede bazıları destanî ulu bir kahraman olur, efsanesi dilden dile söylenir gelişirdi.

Tuhaf bir sarhoşluk ve uyuşmayla “teba” bir masal dünyasındaki gibi, uykulu gözlerle, hayallerle yaşardı.

Bir masala kapılmak, hülyalı bir âlemde ömür sürmeyi, türlü saplantı ve kuruntuları içselleştirmeyi, en derin horlamaları da kolaylaştırırdı.

Modern masalların mıknatısıyla tılsımıyla, halk sürüklenir giderdi.

“Bir varmış, bir yokmuş” diye anılan başlangıç ve sonlar ne yazık ki unutulur biterdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi